Friday, July 06, 2007

Magandalara tavsiyeler


1. Bayan, Hanımefendi, beyefendi kelimeleri kesinlikle kullanılmamalı ve dialog kurulan kişiye yaşına göre bacım, abla, yenge, dayı, veya amca kelimeleri ile hitap edilmelidir.

2. Tükürmeden önce gırtlaktan gelen şiddetli bir ses çıkartılmalı ve ondan sonra tükürülmelidir.

3. Magandalığın adını lekelememek açısından tükürülen atığın rengi sarı veya yakını bir renk tonuna sahip olmalıdır.

4. Şeffaf tükürükler karizmanın sarsılmaması açısından dışarı atılmak yerine yutulmalıdır.

5. Sümkürürken burun baş ve işaret parmakları arasına sıkıştırılıp baskı uygulanmalı ve sümüğün burundan dışarı çıkma hızı en az saatte 40 km. olmalıdır.

6. Sümkürürken Görüntünün güzelleşmesi açısından zemini toprak bölgeler seçilmeli ve fırlatılan atığın yerle birleşmesi anında yerden bir toz bulutu kalkması mutlaka sağlanmalıdır.

7. Sümkürüğün gerçekleştirilmesinden sonra yerle buluşup toz kaldıran kafileye katılamayan yani elde kalan sümükler eli elbiseye sürme yoluyla temizlenmelidir.

8. Burun karıştırılırken mevcut olan bütün el parmakları bu olaydan nasibini almalıdır. Kazı çalışmaları sonrasında burundan çıkartılan katı meloküller bulunan ortama göre müsait bir köşeye sürülmek yoluyla infaz edilmelidir.

9. Trafikte kurallara kesinlikle uyulmamalı ve bayan şöförler görüldüğünde mutlak sıkıştırma ve taciz olayı gerçekleştirilmelidir.

10. Saç uzatan ve top sakal bırakan tüm erkekler oğlan statüsüne koyularak düşman listesine eklenmeli her fırsatta bu tip insanlarla didişilmelidir.

11. Manitalara yüz verilmemeli ve ihtiyaçlar şımartmadan, gerekirse zor kullanarak giderilmelidir.

12. Evet yerine "he,ha", efendim yerine mutlaka ne, nevar kelimeleri kullanılmalıdır.

13. Seksi giyinen her kadına mutlak surette orospu, kaşar yakıştırılması yapılmalı ve bu gözle bakılmalıdır.

14. Pop, Rock tipi müzikler dinlenmemeli dinleyelenlere kötü gözle bakılmalıdır..

Bilgisayar üzerine geyikler


Bilgisayar üzerine diyaloglar

Compaq "Press any key" komutunu "Press return key" şekline dönüştürmeyi düşünüyor. Neden? "Any" tuşu nerede sorusuna cevap vermekten baygınlık gelmiş.

Bir müşteri, üzerinde "toz koruyucu" olduğunda fareyi kullanmakta güçlük çektiğinden dert yanmış. Toz koruyucu dediğinin farenin plastik paketi olduğu ortaya çıkmış.

Disklerinin hatalı olduğunu savunan müşteriye "diskleri satıcıya yollayın" denmiş. Satıcının eline geçen mektuptan disklerin fotokopileri çıkmış.

Dell şirketinin bir müşterisi bilgisayarının faks çekememesinden şikayet etmiş. 40 dakikalık bir telefon görüşmesi sonucunda adamın kağıdı monitöre dayayıp "Gönder" tuşuna bastığı ortaya çıkmış.

Bir IBM müşterisi dokümanı yazıcıya aktaramadığından şikayet etmiş. "Bilgisayar yazıcıyı görüyor mu?" sorusuna karşılık "Ekranı yazıcıya doğru çevirdim ama hala görmüyor" cevabını vermiş.

Yeni aldığım bilgisayar çalışmıyor diye Dell firmasını arayan kadın sürekli "Ayak pedalına basıyorum basıyorum makinadan hiç ses gelmiyor" demiş. Ayak pedalı dediğinin fare olduğu ortaya çıkmış.

Bir IBM müşterisi:" İlk disketi sürdüm. İkincisini sürerken çok zorlandım. Üçüncüsü asla içeri girmiyor."

Novell Netware'in ünlü hikayesi:

NetWare: Buyrun SysOp.

Adam: Bilgisayarın kahve taşıyıcısı kırıldı. Garanti kapsamındayım, ne yapmam lazım?

Netware: Kahve taşıyıcı mı?

Adam: Evet bilgisayarın önündeki!

Netware: Pardon anlamakta güçlük çekiyorum. Bu kahve taşıyıcıyı nereden aldınız. Promosyon falan mı? Üzerinde bir marka var mı?

Adam: Bilgisayarla birlikte geldi. Promosyon olup olmadığını bilmiyorum. Üzerinde 4X yazıyor.

Saturday, November 04, 2006

Hologram Bir Dünyada mı Yaşıyoruz?

Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır.
J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale "Sahte Evren" başlığı altında ve "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" kapak yazısı ile yayınlanmıştır. Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir:


Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal.


"Sahte Evren", "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" başlıklı ve 27 Nisan 2002 tarihli New Scientist dergisi.


Minkel makalesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.

Söz konusu dergide yayınlanan bu makale, evreni beynimizde bir hayal olarak algıladığımızı, dolayısıyla bizim maddenin aslıyla muhatap olmadığımızı açıklayan bilimsel bir kaynaktır.


Bilim Adamları Yapay Sinyallerle Kaybedilen Duyuları Yeniden Kazandırıyorlar

Amerika'nın ünlü aktüel dergisi Time'ın 11 Mart 2002 tarihli sayısında "Vücut Elektriği" başlığıyla yayınlanan makalede önemli bir bilimsel gelişme aktarıldı. Makaleye konu olan haberde bilim adamlarının, bilgisayar çiplerini insanın sinir sistemiyle birleştirerek, duyuların tedavi edilmesinde kullandıklarından bahsediliyordu.

Avrupa, Amerika ve Japonya'dan araştırmacılar geliştirdikleri yeni yöntemle kör bir kimseye görme algısı, felçli bir hastaya yeniden hareket kabiliyeti kazandırmayı amaçlıyorlardı. Hastaların vücutlarına elektrotlar yerleştirerek, canlı dokularla silikon çiplerin birleştirildiği protez parçaları kullanarak bu amaçlarını kısmen uygulamayı başarmışlardı.


11 Mart 2002 tarihli Time'da "Vücut Elektriği" başlığıyla yayınlanan makalede, dış dünyanın zihnimizde izlediğimiz bir kopya olduğunu ispatlayan örneklere yer verilmektedir.
Örneğin bir kaza sonucu boynu kırılan Holgersen adındaki bir Danimarkalı'nın, omuzlarını, sol kolunu ve sol elini çok az hareket ettirebilmesi dışında, boyundan aşağısı felçliydi. Bilindiği gibi felç, boyun ve omurilik hasarlarından kaynaklanır, çünkü beyin ve kaslar arasında hareket eden sinir trafiği zarar görmüş ya da bloke olmuştur. Vücuttan beyne giden sinyalleri ileten sinirlerle, beyinden vücut kaslarına talimat taşıyan sinirler arasındaki bilgi akışı kesilir. Bu hastaya sinirsel bir protez yerleştirilerek, beyinden gelen sinyallerin omuriliğin hasar gören bölümlerini atlatmak, böylece kol ve bacaklara biraz hareket kazandırmak amaçlandı.

Hastanın sol eline temel işlevleri kazandırmak için nesneleri kavramaya, tutmaya ve bırakmaya yarayan bir sistem kullanıldı. Ameliyatla sol kolunun üst kısmına, ön koluna ve göğsüne her biri madeni para büyüklüğündeki sekiz esnek elektrot, kavramayı kontrol eden kaslara ameliyatla bağlandı. Bu elektrotlar daha sonra çok ince kablolarla göğse yerleştirilen ve sinir sistemine etki eden bir uyarıcıya bağlandı. Bu uyarıcı da hastanın biraz hareket ettirebildiği sağ omzuna yerleştirilen bir konum-algılama birimine bağlandı.

Beyin Nasıl Öğreniyor?..

Beynin nasıl öğrendiği konusunda son yirmi yıl içinde ilginç gelişmeler oldu. Beyninin her iki lobundan biri alınan hastalar üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar hızlı öğrenme ve hafıza eğitimi metotlarında çığır açtı.

Bunca gelişmelere rağmen beyin, hâlâ insan vücudunun çalışması hakkında en az şey bilinen organ olma özelliğini koruyor. Konunun uzmanlarına göre birçok kişi beyin potansiyelinin ancak yüzde 4-8 arasındaki bir kısmını kullanıyor. Beyin gerçekleri, başarılı bir eğitimin, insanın öncelikle kendini tanıması ve keşfetmesine; nasıl öğrendiğini öğrenmesine bağlı olduğunu gösteriyor. İnsan beyni yaratılış itibariyle bir öğrenme programıyla yüklü olarak gelmektedir. Ancak, bu programın yanında kullanıcı el kitabı mevcut değildir. Zaman geçtikçe öğrenilen bilgi ve becerilerin modası geçmekte ve kullanılmaz hâle gelmektedir. Modası geçmeyen ve hayat boyunca ihtiyaç duyduğumuz ise öğrenmenin öğretilmesidir.

Bu gelişmeler, “Başarılı insan” kavramında da değişikliğe yol açtı. Günümüzün başarılı insanı, beyninin her iki yarısını da etkili ve dengeli bir şekilde kullanabilen ve gerektiğinde birinden diğerine kolaylıkla geçebilen insan olarak değerlendiriliyor. Beyin hücreleri arasındaki bağlantıları gelişmemiş insanlar, beyinlerine ne kadar bilgi yığmış olurlarsa olsunlar, düşünce, muhakeme, akıl yürütme becerileri gelişmemekte, bu yüzden de eğitilmiş sayılmamaktadır.

Beyin nasıl öğreniyor? Beynin öğrenme ile ilişkisi nedir? Şimdi bunları ele alacağız.

Hipokamp ve Etkili Öğrenme

İç içe üç bölüm hâlinde bulunan beynimizin orta beyin bölümünde yer alan “Hipokamp” (hippocampus) hafızanın merkezi durumundadır. Bu merkez, beynin yazıcısı gibi faaliyet gösterir.

Beynin yazıcısını kendi isteğimizle çalıştırıp, istediğimiz bilgileri kaydedebilir miyiz?

Hipokamp bölgesi bilgilerin kalıcı hafızaya geçip, geçmeyeceğine karar veren merkezdir. Çeşitli şekillerle bize ulaşan bilgiler, verdiğimiz önem derecesine göre beyne kaydolmaktadır. Merak ve ilgi duymadığımız, önemsemediğimiz; kısacası duyguların hareketlenmediği olaylarda gelen bilgiler düşük frekanslı elektrik sinyalleri şeklindedir. Sonuçta, zayıf sinaptik bağlar oluşur ve beyin hardiskine (korteks) kayıt işlemi gerçekleşmez. Çünkü böyle durumlarda alıcılar (duygular) harekete geçmemektedir. Duyguların uyandığı olaylarda ise hipokamp hareketlenmekte ve kortekse kayıt işlemi tamamlanmaktadır.

Dış beyin kısmını teşkil eden korteks, beynin düşünen, konuşan, yazan, yeni buluşlar yapan, merak eden, plân yapan, öğrenmenin, zekanın ve hafızanın oluştuğu bölüm olup, sınırsız bir kapasiteye sahip görünmektedir. Üzerindeki görme, duyma ve diğer algılama merkezleriyle ve dış dünyayla sürekli iletişim halinde bulunur. Bu kapasiteyi nöronlar arasında kurulan ilişkiler sağlamaktadır. Merak ve ilgi eksenli bilgiler, duyguları uyandıran olaylar olduğundan, orta beyindeki hipokamp, giriş vizesi vermekte, bilgiler beyin korteksi üzerine kaydedilmektedir.

İstatistikler, bir toplumda ancak yüzde 7-10’luk öğrenci kesiminin her şeye karşı meraklı olduğunu gösteriyor. Bunlar ek bir motivasyona ihtiyaç duymadan ilgi ve meraklarının yüksekliği sebebiyle öğrenmeyi her ortamda başarırlar. Bu durumda eğitimde temel kaygı ve hedef, yüzde 90’lık büyük çoğunluğun nasıl motive edileceği üzerinde düğümlenmektedir. Bu yüzden aktif ve doğru eğitim modelleri, öğretmenin iyi ders verme ve iyi ders anlatmasından farklı bir durum ortaya koymakta; “iyi motive etme ve merak ve ilgi uyandırmayı” öne çıkarmaktadır.

Öğrencinin konuya ilgisinin çekilmediği, merakın uyandırılmadığı ve konunun zevkli ve eğlenceli hâle getirilmediği öğretme süreçlerinin, başarısız kalması hipokamp denilen beyin bölgesinin uyarılmamasıyla ilgilidir. Üzerinde merak ve ilgi etiketi taşımayan bilginin beyne girmek için gerekli vizeyi alması mümkün değildir. Bu yüzden de “Merak ilmin hocasıdır” denilmiştir. İnsanlar, yalnızca öğrenmeyi isterlerse öğrenirler. Kendilerini, merak ve ilgilerini beslerlerse geliştirebilirler. Enerji ve güçlerinin kaynağı kendileridir. Bir bilgiyi bilinçli olarak istemeyen ve bulduğunu da bilinçli olarak özümsemeyen ve kullanmayan kişi aslında öğrenmeyi başaramamış demektir.

Beyin Loplarının Öğrenmedeki Yeri

Birçok test sonucunda, beynin sol lobunun, konuşma, matematiksel işlemler, diziler, sayılar ve analiz gibi konularda çok üstün olduğu, mantıklı ve doğrusal çalıştığı tespit edildi.

Araştırma sonuçları beynin sağ lobunda, ritim, hayal kurma, renkler, boyut, hacim, müzik gibi fonksiyonların yapıldığını ortaya koymaktadır. Beynin sol tarafı bilgiyi mantıklı ve doğrusal olarak işlemekte, sağ lop ise artistik tarafı oluşturmakta, detaydan çok resmin bütünüyle ilgilenmekte ve bilgiyi şekil ve hayal gücüyle işlemektedir.

Sağ lobun duygular, inanma ve hayallerin etkisinde olduğu ve fotoğrafik, yani bütünsel öğrendiği ortaya çıktı. Bu yüzden bilgiyi sıra ile işleyen sol lobun aksine, sağ lobun öğrenmede çok daha hızlı ve etkili olduğu anlaşıldı. Ayrıca, insanın mucitlik ve üretkenlik kısmı sağ lop fonksiyonları arasında yer almaktadır.

Sadece sol lobu gelişmiş olan ve bu lobu iyi kullanan insanların üretken düşünebilmesi sağ loplarını da geliştirmelerine bağlıdır (gerekir). Öğrendikleri konuları ve formüllerden yeni şeyler üretebilmeleri ancak beynin sağ lobunu işin içine katmaları ile mümkündür.

Beynin her iki lobu birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahiptir. Her iki lop arasında yoğun sinir lifinden oluşan “Korpus kallosum” ağ demeti bulunur. Bu ağ, beynin sağ ve sol lobu arasında sürekli bilgi alışverişinin yapılmasını sağlayan bir köprüdür.

Sağ beyin yaratıcılığı, duygusallığı, seslere ve renklere, hayal gücüne, sezgilere ve soyut algılamalara daha yatkın çalışırken; sol beyin mantıklı, sistematik ve analitik düşünmeye, yazı ve sayılara, ölçme, değerlendirme ve eleştirmeye daha yatkın olarak çalışmaktadır. Beyinlerinin bir yarısını diğerine göre daha iyi kullanan kişiler, diğer boyutta çalışan yarıkürenin yeteneklerine ihtiyaç duyduklarında zorlanırlar ve başarısız olurlar.

Hızlı ve etkili öğrenmenin yolu beynin her iki lobunu birlikte ve dengeli kullanmaktan geçiyor. Bir kuşun uçabilmesinin iki kanatla mümkün olması gibi etkili öğrenme için beyin loplarının her ikisinin dengeli gelişimine ihtiyaç vardır.

İki lobun birlikte kullanıldığı, birbirleriyle uyumun sağlandığı ve işbirliği içinde çalışıldığı durumlarda kişisel yetenek ve etkinlikte olağanüstü artış gözlenmektedir. Eğitimde beynin iki lobunun kullanımı, beyin kapasitesini iki kat değil, kat kat artırabilmektedir.

Kitap okurken genelde her iki lop birlikte koordineli bir şekilde çalışmak zorunda kaldığından kitap okumak beyin loplarının dengeli gelişiminde en faydalı faaliyetlerdendir. Sol lopça takip edilen ve kavranan sözel kavramlar, sağ lopla tasvir edilir, şekil, imge ve yeni düşüncelere dönüştürülür, canlandırılır. Halbuki, televizyon izleme sağ lobu genelde pasif durumda bırakmaktadır. Bu yüzden de beyin gelişimine olumlu bir katkı sağlamamaktadır.

İnsanların yüzünü kolayca hatırlarken, ismini hatırlamada zorlanışımız sağ lobun öğrenmede sol lopdan ne derece etkin olduğunu gösterir. “Bin defa duymaktansa bir defa görmek yeğdir” Çin atasözü de bu gerçeğe parmak basmaktadır. “Hafıza şekillerle, temsillerle çalışır ve bilgiyi resimlerle işler” şeklinde ifade edilen hafıza gerçeği aslında, sağ lobun şekil, resim, hareket ve boyuta duyarlılığı; hayallerin ve üretici düşüncenin merkezi olması vesilesiyle öğrenmede olağanüstü etki ve fonksiyona işaret etmektedir.

Bazı insanlar okuduğu, gördüğü ve duyduğu bilgileri kolayca ve hemen hatırlıyorlar. Bunlar fotoğrafik hafızaya sahip insanlardır. Fotoğrafik hafızaya sahip insanlar üzerinde yıllar süren bilimsel araştırmalar yapılmıştır. Bunların en önemli özellikleri beynin her iki lop fonksiyonlarını birlikte ve dengeli olarak kullanmalarıdır.

Ülkemizde bilgiyi aktarmaya dayanan “Söyleme-anlatma”, “Öğretme” metodundan ibaret kalan eğitim şekli beynin sol lobunun, diğer bir deyişle, beynin yarısının kullanıldığı eğitim tarzıdır. Hayal gücü, renk, şekil, boyut, bütünsel kavrayış, duygular, eleştirel ve yaratıcı düşünme gibi özelliklerine sahip sağ lop fonksiyonları yerine getirilememektedir.

Boş bir kutu içine bir şeyler dolduruyormuşçasına süre giden sadece sol lopa hitap eden ezberci eğitimin, ne derece verimsiz kaldığını hep birlikte görüyoruz.

Eğitimle ilgili toplumda yaygınlaşan çarpıcı ifadeler de aslında özellikleri yeni anlaşılan beyin gerçeklerinin somutlaştırılmış ifadeleri olmaktadır.

Anadolu Liseleri Sınavlarına ya da üniversiteye hazırlayacağız diye eğitim, tamamen ezberci ve tekrara dayanan sol beyin ağırlıklı bir öğrenim yöntemine dönüştürülmüştür. Bu durum, bir öğrenim ya da öğrenme değil, sadece kişilere verilen bilgilerin belleğe kayıt edilmesidir. Bu kayıtlar ise inanılmaz bir hızla bellekten silinmektedir (ya da öğrenciler bu kayıtlara ulaşamamaktadır).

Beyin Hücreleri Arasında Kurulan Bağlantılar

Gerçek öğrenme, bir bakıma oluşan bilgi tabanlarının üzerine alttakilerle bağlantılı yeni bilgiler inşa etmek demektir. Bu da ancak beyin sinirlerinin ağ oluşturması ile sağlanmaktadır. Beyinde 10 milyarın üzerinde beyin hücresi vardır. Kurulan hafıza ilişkileri ve zihinsel faaliyetlerin her biri bu hücreler arasında yeni bağlar kurarak bir ağ tabakası oluşturmaktadır. Kurulan bağların sayısı ne kadar fazla ise, zihinsel potansiyelin gücü de o derece yüksektir. Hücreler arası ağ tabakasındaki her ilave bağ, hafıza-muhakeme-anlama-fikir yürütme gücünü kat kat artırmaktadır.

Saturday, October 14, 2006

Basından bir yorum

Fransa Ermeni sorununu çözüyor!
Cengiz Aktar (05.05.2006) Vatan


Tam anlamıyla bir saltanat sonu dönemi yaşayan Fransa yalpalayan bir tekne görünümü veriyor. Dümen kimde belli değil, teknenin çarpacağı yeri kestirmek kolay değil.

Gelecek yıl Fransa'nın başına geçebilecek olan Sosyalist Parti durduk yerde Ermeni dosyasını, hele bu zamanda, yeniden açtı. 18 Mayıs'ta Parlamento'nun gündemine "Ermeni soykırımı"nın reddini suç sayan ve cezalandıran bir yasa tasarısı sunacak. Eğer tasarı Parlamento, Senato ve Cumhurbaşkanlığı onayı sonucunda yasalaşırsa soykırımın reddi, suçun boyutuna oranla ağır hapis ve para cezaları öngörüyor.

Fransız sosyalistlerinin oldum olası bir "Ermeni soykırımı" politikası vardır. Eski savunma bakanlarından Charles Hernu meselenin azimli bir savunucusuydu. Sosyalist Parti'nin, Ermeni Daşnak Partisi'ni sosyalist zannederek geliştirdiği ilişkiler ve Cumhurbaşkanı adayı Segolene Royal'in eşi, Sosyalist Parti Birinci Sekreteri François Hollande'ın safiyane yaklaşımı Ermeni meselesini sosyalistlerin gündeminde tuttu.

Tasarı yasalaşırsa Fransa Ermeni meselesi tartışmasını halletmiş olacak! Ama bu belki de hayırlı bir gelişme.

Tuzu kuru diaspora Ermenileri, bulundukları Bati ülkelerindeki hassasiyet ve Musevî soykırımından kaynaklanan suçluluk duygusu ve yaygın Türkiye karşıtlığını gayet usturuplu kullandılar ve kullanmaya devam ediyorlar. Olayların cereyan ettiği zaman ve mekana olan uzaklıkları kimliklerinin parçası haline gelmiş olan bu faciaya olan yaklaşımlarını birebir etkiliyor. Onlarla Ermeni meselesinin bugününü konuşmak, hâlâ bu topraklarda yaşayanları birebir ilgilendiren yapıcı bir tutum beklemek çok zor. Bu mesele bir gün çözülürse Türkiyeli Ermeniler, Ermenistan ve Türkiye ile çözülecek. Fransa, isviçre veya Amerika ile değil.

Bu anlamda, Fransa'da Ermeni meselesinin konuşulmasını yasaklayan yasa tasarısı sayesinde Fransa'daki bu bitmez tükenmez ve sonuçta hiçbir yapıcı öğe içermeyen kısır tartışma ortamından ilelebed kurtulacağız.

Ama kendi Cezayir sorununu çözemiyor
Epeyi bir zamandır Fransa, zengin Cezayir'le arasını düzeltmeye çalışıyor. Yıllardır Cezayir'e karşı Fas'ı destekleyen politikasını dengelemeye çabalıyor. İlişkileri "Dostluk Antlaşması" adı verilecek sağlam bir temele oturtmak istiyor. Hatta yakın zamanda dışişleri bakanları Cezayir'e, bize teklif edilen "ayrıcalıklı ortaklık" gibi ne idüğü belirsiz bir "istisnaî ortaklık" teklif etti.

Ancak bu yeni dönem eski dönemin sorgulanması ile mümkün. Çok kanlı ve acılı bir savaş sonunda Cezayir'in bağımsızlığını tanıyan Fransa'nın toplumsal belleği Cezayir ile ilgili envai çeşit hatırayla dolu. 1830'da ülkenin fethi ile başlayan sert bir müstemleke dönemi; 1870'te Fransız Bakan Cremieux'nün Cezayir Musevileri'ne Fransız vatandaşlığı veren ve oraların huzurunu bir daha geri gelmeyecek şekilde bozan kararı; 1954'te başlayan kan ve acıyla dolu Cezayir Savaşı; 1961'de bağımsızlık sonrasında orayı terkeden kolon ve Fransız ordusu için savaşmış "harki" diye anılan Araplardan oluşan bir milyon insan...

Fransa, tıpkı Türkiye gibi, bu sorunlu dönemleri sorgulamaya yanaşmıyor. Ne zaman Cezayir'de bir yetkili veya Fransa'da bir aydın çıkıp bu dönemle ilgili resmî tezin dışına çıkan bir laf etse resmî tekzip geliveriyor. Cumhurbaşkanı Buteflika'nın daha geçenlerde "bize 1830 ile 1962 arasında kimlik soykırımı uyguladınız; Berberi mi, Arap mı, Avrupalı mı, Fransız mı ne olduğumuzu bilmiyoruz" demesi Fransa'da büyük tepki uyandırdı.

Bırakalım sağlıklı bir bellek karşılaştırmasını Fransa 23 Şubat 2005'te, içinde müstemlekeciliğin olumlu yönlerinden söz eden bir yasayı kabul etti.

"Sizinle aynı düşünceyi paylaşmıyorum, ama düşüncenizi ifade etmeniz için hayatımı feda edebilirim" diyen Fransız filozof Voltaire'in kemikleri sızlıyordur..

Fransa Ermeni tasarısını kabul etti

Fransa Ermeni tasarısını kabul etti

Fransa Parlamentosu, bütün tepkilere rağmen sözde Ermeni soykırımını inkarını suç sayan yasa tasarısını oy çokluğu ile kabul etti. Tasarıya 106 'evet' 19 'hayır' oyu çıktı.

Fransa meclisi genel kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etti. Yasa teklifi 19'a karşı 106 oyla kabul edildi. Teklifin yasalaşması için Senato'nun da onayı gerekiyor. Yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunuyor. Meclis genel kurulunda bugün yapılan tartışmalarda hükümet adına konuşan Avrupa İşlerinden sorumlu Bakan Catherine Colona, teklife karşı çıkmıştı. Yasa teklifi, sözde soykırımı reddedenlere, bir yıla kadar hapis ve 45 bin avro para cezası verilmesini öngörüyor.

Şimdi sıra Türkiye'nin cevabında. Başbakan Recep tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle bu akıl tutulmasına en iyi cevabı yine Türk halkı verecek. Bu nedenle Fransa'yı boykot etmek isteyenler için hazırlanan yol haritasını yayınlıyoruz:

1. Önümüzdeki günlerde boykot ilerledikçe Türkiye'deki Fransız veya Fransız ortaklı büyük şirketlerden "Biz Türkiye'de üretim yapıyoruz, biz Türk firmasıyız" gibi açıklamalar geldiğinde bilin ki boykot işe yarıyor demektir. Çünkü istediğimiz bu büyük firmaların Fransa'daki üst düzey yöneticilerinden Fransız hükümetine baskı yapmalarını istemelerini sağlamak.

2. Fransa ekonomisi şu an kötü durumda. Fransız hükümeti ekonomiyi canlandırmak için en son çıkardığı iş yasasını halkın baskısıyla geri çekti. Bu olay aynı zamanda hükümetin otoritesini de sarstı. Şu anda yapacağımız başarılı bir boykot Fransız hükümetini iyice zor durumda bırakacaktır, halkın tepkisini yoğunlaştıracaktır.

3. Hangi ürünler boykot edilmeli? Tüm ürünler için ayni kalitede birçok seçenek var.


Benzin: Total, Elf

Süpermarket: Carrefour, Gima, Dia Endi, ChampionSA

İnşaat: Ondulin Avrasya (Onduline -Bituline-Isoline), Lafarge, Chryso, Weber Markem

Seyahat: Air France, Club Med, Fransa'da tatil, Fransız Kültür Merkezi

Tıraş Bıçağı: BIC

Çakmak: BIC, Cartier

Kırtasiye: BIC, Sheaffer

Yoğurt: Danone, Yoplait

Şişe Suyu: Perrier, Danone, Evian

Mutfak ve diğer ev eşyalar: Tefal

Oto Lastiği: Michelin, Uniroyal, Recamic

Oto Yedek Parça: Valeo

Otomobil: Renault, Peugeot, Citroen

Spor Ekipmani: Le coq sportif

Motosiklet, Bisiklet: Peugeot

Giyim: Lacoste , Givenchy, Pierre Cardin, Yves Saint Laurent, Etam, René Derby, Sonia Rykiel, Cacharel, Daniel Hechter

Çanta: Longchamps, Lancel, Louis Vuitton

Şampuan: L'Oreal, Studio Line, Lancome

Saç ürünleri: L'Oreal, Studio Line, Garnier, Kerastase

Cilt Bakım ürünleri: Clarins, Guerlain, Avene

Bebek giyim, mama, oyuncak: Bledina, Mellin, Majorette, DPAM, Petit Bateau

Kozmetik: L'Oreal, La Roche Posay, Biotherm, Christian Dior, Clarins, Vichy

Parfüm: Chanel, Christian Dior, Clarins, Drakkar Noir, Fahrenheit, Lancome, Lavendar Harvest

Dergi: Marie Claire, Elle

Telekom: Alcatel

Sigorta: AXA, Günes Sigorta, Basak Sigorta, Basak Emeklilik (Groupama International)

Finans: Societe General Bankasi, TEB (Türk Ekonomi Bankasi)

İlaç firmaları Sanofi (Aventis&Synthelabo&Pasteur ortakligi): Servier, Fournier, Guerbet, Pierre

Lütfen yerli malı ürünler kullanalım."Türkün Türkten başka dostu yok."

Avrupa özentisi monşerlerden olmayalım.

Şimdi ve her zaman yerli üreticileri destekleyelim.

Thursday, October 12, 2006

Nobel Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk'un...

Orhan Pamuk'a Nobel


DÜNYANIN en prestijli ödüllerinden Nobel Edebiyat Ödülü’nü bu yıl ünlü yazar Orhan Pamuk kazandı. Daha önceki senelerde de adı adaylar arasında geçen Orhan Pamuk, böylece Nobel’i kazanan ilk Türk olma başarısını gösterdi. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından bugün Stockholm’de yapılan açıklamada, Pamuk’un ’memleketinin melonkolik ruhunu arayışında kültür çatışması ve kesişmesini anlatımında yeni semboller bulduğu’ için bu ödüle layık görüldüğü vurgulandı.
Orhan Pamuk, çok mutlu olduğunu ve ödülü kazanmaktan kıvanç duyduğunu söyledi.
Ödülü kazandığını Amerika’da öğrenen Pamuk, İsveç gazetesi Svenska Dagbladet’in sorularını telefonla yanıtladı.
Gazetenin internet sitesinde çıkan habere göre Orhan Pamuk, "Çok mutluyum.
Ödülü kazanmaktan büyük onur duydum. Ödülü almak için Stockholm’e geleceğim" dedi.
Ödül töreni 10 aralıkta Stockholm’de düzenlenecek.


• Orhan Pamuk kimdir?

‘PAMUK OSMANLIDAN BATI YAŞAM TARZINA DÖNÜŞÜM DENEYİMİNİ ANLATTI’


Açıklamada, Pamuk’un, büyürken geleneksel Osmanlı aile ortamından daha Batı yönelimli bir yaşam tarzına dönüşüm deneyimini içeren bir anlatımının bulunduğu vurgulandı. Yazarın bu konuya, Thomas Mann’i takiben, bir ailenin üç neslinin hikayesini anlattığı ilk romanında (Cevdet Bey ve Oğulları) değindiği kaydedildi.

‘BEYAZ KALE İLE ULUSLARARASI TAKDİR KAZANDI’

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nden yapılan açıklamada, Pamuk’un uluslararası başarısının üçüncü romanı "Beyaz Kale" ile geldiği belirtilerek "Bu romanın 17. yüzyıl İstanbul’unda geçen tarihi bir roman olarak yazılmakla birlikte, içeriğinin farklı türdeki öyküler üzerinden egomuzun nasıl oluştuğuna ilişkin bir öykü" olduğu, kitapta kişiliğin değişen bir yapı olarak gösterildiğine dikkat çekildi.

‘DOĞUDA BİR YILDIZ YÜKSELDİ’

Beyaz Kale’yle ilgili olarak New York Times Gazetesi, "Doğu’da bir yıldız yükseldi" yorumunu yapmıştı. "ABC, kitabın "Kitapçı dükkanlarında gelmiş geçmiş satılan en mükemmel hayal ürünü" olduğunu savunmuş, Publishers Weekly de "Ustaca kurulmuş paradokslarla ölüm, hayranlık uyandıran zarif bir postmodern hikaye" demişti.

BEYAZ KALE TÜM BATI DİLLERİNE ÇEVRİLDİ

Romanda 17. yüzyilda Türk korsanlarınca tutsak edilen bir Venedikli, Istanbul’a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk tarafindan satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle sahibi, kölesinden, Venedik’i ve Batı bilimini, ögrenmek ister. Bu iki kişi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için, Haliç’e bakan karanlık ve boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar. Hikayeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği Istanbul sokaklarına, Çocuk Sultan’ın Düssel bahçelerine ve hayvanlarına, inanilmaz bir silahın yapımına , ’Ben neden benim ?’ sorusuna götürecektir.

1.9 MİLYON YTL ÖDÜL ALACAK

Pamuk bu prestijli ödülün yanı sıra 10 milyon İsveç kronu (yaklaşık 1.9 milyon YTL) para ödülünün de sahibi oldu. Bu sene Nobel Edebiyat Ödülü için şanslı görülen adaylar arasında Orhan Pamuk’un yanı sıra Suriyeli şair Adonis, İsveçli şair Tomas Tranströmer, Joyce Carol Oates, İsrailli yazar Amos Oz, Philip Roth, Mario Vargas Llosa, Çek yazar Milan Kundera ve Doris Lessing, Amerikalı yazar Paul Aster, Inger Christensen’in de adı geçiyordu.

MEMLEKETİ İSTANBUL’A VURGU YAPILDI

Nobel ödüllerini veren İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi Orhan Pamuk’un memleketi İstanbul’un melankolik ruhunu arayışına dikkat çekildi. 1952’de istanbul’da doğan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap adlı romanlarında anlattığına benzer bir ailede, Nişantaşı’nda büyüyüp yetişti. New York’ta geçirdiği üç yıl dışında hep istanbul’da yaşadı. Liseyi Robert Koleji’nde bitirdi, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yıl mimarlık okudu.1976’da İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. 1974’den başlayarak düzenli bir şekilde yazı yazmayı kendine iş edindi. İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları 1979’da Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nı kazandı. 1982’de yayımlanan bu kitap 1983 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü de aldı. Aynı yıl ilk baskısı çıkan Sessiz Ev ile 1984 Madaralı Roman Ödülü’nü ve bu kitabın Fansa’a çıkan çevirisiyle de 1991 Pix de la Decouverte Européenne’i (Avrupa Keşif Ödülü) kazandı. 1990’da yayımlanan Kara Kitap, karmaşıklığı, zenginliği ve doluluğuyla çağdaş türk edebiyatının üzerinde en fazla tartışılan ve en çok okunan romanlarından biri oldu. Ömer Kavur’un yönetmenliğini yaptığı Gizli Yüz filminin senaryosunu da Pamuk 1992 yılında kitaplaştırdı. 1994’te yayımlanan ve esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli gençleri hikâye ettiği Yeni Hayat adlı romanı Türk edebiyatının en çok okunan kitaplarından biri oldu. 1998’de yayımladığı Benim Adım Kırmızı adlı romanı olağanüstü bir ilgi gördü. Romanları yirmi dile çevrilen Orhan pamuk 25 yıldır tuttuğu defterler, dergi ve gazetelere yazdığı yazılar, denemeler, eleştiri yazıları, röportajlar ve gezi notlarından yaptığı titiz bir seçme ile daha önce yayımlanmamış "Pencereden bakmak" adlı uzun hikâyesini aralık 1998’de Öteki Renkler başlığıyla kitaplaştırdı.

PAMUK'UN YAYINCISI: ''VERİLEN BU ÖDÜL EDEBİYATIMIZ İÇİN KIVANÇ VERİCİDİR''

Nobel 2006 Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Orhan Pamuk'un kitaplarının yayıncısı İletişim Yayınları, Pamuk'a verilen ödülün Türk edebiyatı için kıvanç verici olduğunu belirtti.
İletişim Yayınları tarafından yapılan yazılı açıklamada, 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'un olduğu anımsatılarak, Orhan Pamuk'un modern romanın dünyadaki en önemli temsilcilerinden biri olduğu, bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmasının olağan olduğu belirtildi.
Açıklamada, ''Yayıncısı olarak Orhan Pamuk'u kutluyoruz. Orhan Pamuk'a verilen bu ödül edebiyatımız için kıvanç vericidir. Bize bu onuru yaşattığı için kendisine teşekkür ederiz'' denildi.

1982'den bu yana ödülü alanlar

Nobel Edebiyat ödülünü 1982’den bu yana kazananların listesi şöyle:
2006: Orhan Pamuk (Türkiye).
2005: Harold Pinter (İngiltere).
2004: Elfriede Jelinek (Avusturya).
2003: John Maxwell Coetzee (Güney Afrika).
2002: İmre Kertesz (Macaristan).
2001: V.S. Naipaul (İngiltere).
2000: Gao Şingcian (Çin).
1999: Günter Grass (Almanya).
1998: Jose Saramago (Portekiz).
1997: Dario Fo (İtalya).
1996: Wislawa Szymborska (Polonya).
1995: Seamus Heaney (İrlanda).
1994: Kenzaburo Oe (Japonya).
1993: Toni Morrison (ABD).
1992: Derek Walcott (St. Lucia).
1991: Nadine Gordimer (Güney Afrika).
1990: Octavio Paz (Meksika).
1989: Camilo Jose Cela (İspanya).
1988: Necib Mahfuz (Mısır).
1987: Joseph Brodsky (ABD).
1986: Wole Soyinka (Nijerya).
1985: Claude Simon (Fransa).
1984: Jaroslav Seifert (Çekoslovakya).
1983: William Golding (İngiltere).
1982: Gabriel Garcia Marquez (Kolombiya).