Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır.
J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale "Sahte Evren" başlığı altında ve "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" kapak yazısı ile yayınlanmıştır. Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir:
Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal.
"Sahte Evren", "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" başlıklı ve 27 Nisan 2002 tarihli New Scientist dergisi.
Minkel makalesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.
Söz konusu dergide yayınlanan bu makale, evreni beynimizde bir hayal olarak algıladığımızı, dolayısıyla bizim maddenin aslıyla muhatap olmadığımızı açıklayan bilimsel bir kaynaktır.
Bilim Adamları Yapay Sinyallerle Kaybedilen Duyuları Yeniden Kazandırıyorlar
Amerika'nın ünlü aktüel dergisi Time'ın 11 Mart 2002 tarihli sayısında "Vücut Elektriği" başlığıyla yayınlanan makalede önemli bir bilimsel gelişme aktarıldı. Makaleye konu olan haberde bilim adamlarının, bilgisayar çiplerini insanın sinir sistemiyle birleştirerek, duyuların tedavi edilmesinde kullandıklarından bahsediliyordu.
Avrupa, Amerika ve Japonya'dan araştırmacılar geliştirdikleri yeni yöntemle kör bir kimseye görme algısı, felçli bir hastaya yeniden hareket kabiliyeti kazandırmayı amaçlıyorlardı. Hastaların vücutlarına elektrotlar yerleştirerek, canlı dokularla silikon çiplerin birleştirildiği protez parçaları kullanarak bu amaçlarını kısmen uygulamayı başarmışlardı.
11 Mart 2002 tarihli Time'da "Vücut Elektriği" başlığıyla yayınlanan makalede, dış dünyanın zihnimizde izlediğimiz bir kopya olduğunu ispatlayan örneklere yer verilmektedir.
Örneğin bir kaza sonucu boynu kırılan Holgersen adındaki bir Danimarkalı'nın, omuzlarını, sol kolunu ve sol elini çok az hareket ettirebilmesi dışında, boyundan aşağısı felçliydi. Bilindiği gibi felç, boyun ve omurilik hasarlarından kaynaklanır, çünkü beyin ve kaslar arasında hareket eden sinir trafiği zarar görmüş ya da bloke olmuştur. Vücuttan beyne giden sinyalleri ileten sinirlerle, beyinden vücut kaslarına talimat taşıyan sinirler arasındaki bilgi akışı kesilir. Bu hastaya sinirsel bir protez yerleştirilerek, beyinden gelen sinyallerin omuriliğin hasar gören bölümlerini atlatmak, böylece kol ve bacaklara biraz hareket kazandırmak amaçlandı.
Hastanın sol eline temel işlevleri kazandırmak için nesneleri kavramaya, tutmaya ve bırakmaya yarayan bir sistem kullanıldı. Ameliyatla sol kolunun üst kısmına, ön koluna ve göğsüne her biri madeni para büyüklüğündeki sekiz esnek elektrot, kavramayı kontrol eden kaslara ameliyatla bağlandı. Bu elektrotlar daha sonra çok ince kablolarla göğse yerleştirilen ve sinir sistemine etki eden bir uyarıcıya bağlandı. Bu uyarıcı da hastanın biraz hareket ettirebildiği sağ omzuna yerleştirilen bir konum-algılama birimine bağlandı.
Saturday, November 04, 2006
Beyin Nasıl Öğreniyor?..
Beynin nasıl öğrendiği konusunda son yirmi yıl içinde ilginç gelişmeler oldu. Beyninin her iki lobundan biri alınan hastalar üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar hızlı öğrenme ve hafıza eğitimi metotlarında çığır açtı.
Bunca gelişmelere rağmen beyin, hâlâ insan vücudunun çalışması hakkında en az şey bilinen organ olma özelliğini koruyor. Konunun uzmanlarına göre birçok kişi beyin potansiyelinin ancak yüzde 4-8 arasındaki bir kısmını kullanıyor. Beyin gerçekleri, başarılı bir eğitimin, insanın öncelikle kendini tanıması ve keşfetmesine; nasıl öğrendiğini öğrenmesine bağlı olduğunu gösteriyor. İnsan beyni yaratılış itibariyle bir öğrenme programıyla yüklü olarak gelmektedir. Ancak, bu programın yanında kullanıcı el kitabı mevcut değildir. Zaman geçtikçe öğrenilen bilgi ve becerilerin modası geçmekte ve kullanılmaz hâle gelmektedir. Modası geçmeyen ve hayat boyunca ihtiyaç duyduğumuz ise öğrenmenin öğretilmesidir.
Bu gelişmeler, “Başarılı insan” kavramında da değişikliğe yol açtı. Günümüzün başarılı insanı, beyninin her iki yarısını da etkili ve dengeli bir şekilde kullanabilen ve gerektiğinde birinden diğerine kolaylıkla geçebilen insan olarak değerlendiriliyor. Beyin hücreleri arasındaki bağlantıları gelişmemiş insanlar, beyinlerine ne kadar bilgi yığmış olurlarsa olsunlar, düşünce, muhakeme, akıl yürütme becerileri gelişmemekte, bu yüzden de eğitilmiş sayılmamaktadır.
Beyin nasıl öğreniyor? Beynin öğrenme ile ilişkisi nedir? Şimdi bunları ele alacağız.
Hipokamp ve Etkili Öğrenme
İç içe üç bölüm hâlinde bulunan beynimizin orta beyin bölümünde yer alan “Hipokamp” (hippocampus) hafızanın merkezi durumundadır. Bu merkez, beynin yazıcısı gibi faaliyet gösterir.
Beynin yazıcısını kendi isteğimizle çalıştırıp, istediğimiz bilgileri kaydedebilir miyiz?
Hipokamp bölgesi bilgilerin kalıcı hafızaya geçip, geçmeyeceğine karar veren merkezdir. Çeşitli şekillerle bize ulaşan bilgiler, verdiğimiz önem derecesine göre beyne kaydolmaktadır. Merak ve ilgi duymadığımız, önemsemediğimiz; kısacası duyguların hareketlenmediği olaylarda gelen bilgiler düşük frekanslı elektrik sinyalleri şeklindedir. Sonuçta, zayıf sinaptik bağlar oluşur ve beyin hardiskine (korteks) kayıt işlemi gerçekleşmez. Çünkü böyle durumlarda alıcılar (duygular) harekete geçmemektedir. Duyguların uyandığı olaylarda ise hipokamp hareketlenmekte ve kortekse kayıt işlemi tamamlanmaktadır.
Dış beyin kısmını teşkil eden korteks, beynin düşünen, konuşan, yazan, yeni buluşlar yapan, merak eden, plân yapan, öğrenmenin, zekanın ve hafızanın oluştuğu bölüm olup, sınırsız bir kapasiteye sahip görünmektedir. Üzerindeki görme, duyma ve diğer algılama merkezleriyle ve dış dünyayla sürekli iletişim halinde bulunur. Bu kapasiteyi nöronlar arasında kurulan ilişkiler sağlamaktadır. Merak ve ilgi eksenli bilgiler, duyguları uyandıran olaylar olduğundan, orta beyindeki hipokamp, giriş vizesi vermekte, bilgiler beyin korteksi üzerine kaydedilmektedir.
İstatistikler, bir toplumda ancak yüzde 7-10’luk öğrenci kesiminin her şeye karşı meraklı olduğunu gösteriyor. Bunlar ek bir motivasyona ihtiyaç duymadan ilgi ve meraklarının yüksekliği sebebiyle öğrenmeyi her ortamda başarırlar. Bu durumda eğitimde temel kaygı ve hedef, yüzde 90’lık büyük çoğunluğun nasıl motive edileceği üzerinde düğümlenmektedir. Bu yüzden aktif ve doğru eğitim modelleri, öğretmenin iyi ders verme ve iyi ders anlatmasından farklı bir durum ortaya koymakta; “iyi motive etme ve merak ve ilgi uyandırmayı” öne çıkarmaktadır.
Öğrencinin konuya ilgisinin çekilmediği, merakın uyandırılmadığı ve konunun zevkli ve eğlenceli hâle getirilmediği öğretme süreçlerinin, başarısız kalması hipokamp denilen beyin bölgesinin uyarılmamasıyla ilgilidir. Üzerinde merak ve ilgi etiketi taşımayan bilginin beyne girmek için gerekli vizeyi alması mümkün değildir. Bu yüzden de “Merak ilmin hocasıdır” denilmiştir. İnsanlar, yalnızca öğrenmeyi isterlerse öğrenirler. Kendilerini, merak ve ilgilerini beslerlerse geliştirebilirler. Enerji ve güçlerinin kaynağı kendileridir. Bir bilgiyi bilinçli olarak istemeyen ve bulduğunu da bilinçli olarak özümsemeyen ve kullanmayan kişi aslında öğrenmeyi başaramamış demektir.
Beyin Loplarının Öğrenmedeki Yeri
Birçok test sonucunda, beynin sol lobunun, konuşma, matematiksel işlemler, diziler, sayılar ve analiz gibi konularda çok üstün olduğu, mantıklı ve doğrusal çalıştığı tespit edildi.
Araştırma sonuçları beynin sağ lobunda, ritim, hayal kurma, renkler, boyut, hacim, müzik gibi fonksiyonların yapıldığını ortaya koymaktadır. Beynin sol tarafı bilgiyi mantıklı ve doğrusal olarak işlemekte, sağ lop ise artistik tarafı oluşturmakta, detaydan çok resmin bütünüyle ilgilenmekte ve bilgiyi şekil ve hayal gücüyle işlemektedir.
Sağ lobun duygular, inanma ve hayallerin etkisinde olduğu ve fotoğrafik, yani bütünsel öğrendiği ortaya çıktı. Bu yüzden bilgiyi sıra ile işleyen sol lobun aksine, sağ lobun öğrenmede çok daha hızlı ve etkili olduğu anlaşıldı. Ayrıca, insanın mucitlik ve üretkenlik kısmı sağ lop fonksiyonları arasında yer almaktadır.
Sadece sol lobu gelişmiş olan ve bu lobu iyi kullanan insanların üretken düşünebilmesi sağ loplarını da geliştirmelerine bağlıdır (gerekir). Öğrendikleri konuları ve formüllerden yeni şeyler üretebilmeleri ancak beynin sağ lobunu işin içine katmaları ile mümkündür.
Beynin her iki lobu birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahiptir. Her iki lop arasında yoğun sinir lifinden oluşan “Korpus kallosum” ağ demeti bulunur. Bu ağ, beynin sağ ve sol lobu arasında sürekli bilgi alışverişinin yapılmasını sağlayan bir köprüdür.
Sağ beyin yaratıcılığı, duygusallığı, seslere ve renklere, hayal gücüne, sezgilere ve soyut algılamalara daha yatkın çalışırken; sol beyin mantıklı, sistematik ve analitik düşünmeye, yazı ve sayılara, ölçme, değerlendirme ve eleştirmeye daha yatkın olarak çalışmaktadır. Beyinlerinin bir yarısını diğerine göre daha iyi kullanan kişiler, diğer boyutta çalışan yarıkürenin yeteneklerine ihtiyaç duyduklarında zorlanırlar ve başarısız olurlar.
Hızlı ve etkili öğrenmenin yolu beynin her iki lobunu birlikte ve dengeli kullanmaktan geçiyor. Bir kuşun uçabilmesinin iki kanatla mümkün olması gibi etkili öğrenme için beyin loplarının her ikisinin dengeli gelişimine ihtiyaç vardır.
İki lobun birlikte kullanıldığı, birbirleriyle uyumun sağlandığı ve işbirliği içinde çalışıldığı durumlarda kişisel yetenek ve etkinlikte olağanüstü artış gözlenmektedir. Eğitimde beynin iki lobunun kullanımı, beyin kapasitesini iki kat değil, kat kat artırabilmektedir.
Kitap okurken genelde her iki lop birlikte koordineli bir şekilde çalışmak zorunda kaldığından kitap okumak beyin loplarının dengeli gelişiminde en faydalı faaliyetlerdendir. Sol lopça takip edilen ve kavranan sözel kavramlar, sağ lopla tasvir edilir, şekil, imge ve yeni düşüncelere dönüştürülür, canlandırılır. Halbuki, televizyon izleme sağ lobu genelde pasif durumda bırakmaktadır. Bu yüzden de beyin gelişimine olumlu bir katkı sağlamamaktadır.
İnsanların yüzünü kolayca hatırlarken, ismini hatırlamada zorlanışımız sağ lobun öğrenmede sol lopdan ne derece etkin olduğunu gösterir. “Bin defa duymaktansa bir defa görmek yeğdir” Çin atasözü de bu gerçeğe parmak basmaktadır. “Hafıza şekillerle, temsillerle çalışır ve bilgiyi resimlerle işler” şeklinde ifade edilen hafıza gerçeği aslında, sağ lobun şekil, resim, hareket ve boyuta duyarlılığı; hayallerin ve üretici düşüncenin merkezi olması vesilesiyle öğrenmede olağanüstü etki ve fonksiyona işaret etmektedir.
Bazı insanlar okuduğu, gördüğü ve duyduğu bilgileri kolayca ve hemen hatırlıyorlar. Bunlar fotoğrafik hafızaya sahip insanlardır. Fotoğrafik hafızaya sahip insanlar üzerinde yıllar süren bilimsel araştırmalar yapılmıştır. Bunların en önemli özellikleri beynin her iki lop fonksiyonlarını birlikte ve dengeli olarak kullanmalarıdır.
Ülkemizde bilgiyi aktarmaya dayanan “Söyleme-anlatma”, “Öğretme” metodundan ibaret kalan eğitim şekli beynin sol lobunun, diğer bir deyişle, beynin yarısının kullanıldığı eğitim tarzıdır. Hayal gücü, renk, şekil, boyut, bütünsel kavrayış, duygular, eleştirel ve yaratıcı düşünme gibi özelliklerine sahip sağ lop fonksiyonları yerine getirilememektedir.
Boş bir kutu içine bir şeyler dolduruyormuşçasına süre giden sadece sol lopa hitap eden ezberci eğitimin, ne derece verimsiz kaldığını hep birlikte görüyoruz.
Eğitimle ilgili toplumda yaygınlaşan çarpıcı ifadeler de aslında özellikleri yeni anlaşılan beyin gerçeklerinin somutlaştırılmış ifadeleri olmaktadır.
Anadolu Liseleri Sınavlarına ya da üniversiteye hazırlayacağız diye eğitim, tamamen ezberci ve tekrara dayanan sol beyin ağırlıklı bir öğrenim yöntemine dönüştürülmüştür. Bu durum, bir öğrenim ya da öğrenme değil, sadece kişilere verilen bilgilerin belleğe kayıt edilmesidir. Bu kayıtlar ise inanılmaz bir hızla bellekten silinmektedir (ya da öğrenciler bu kayıtlara ulaşamamaktadır).
Beyin Hücreleri Arasında Kurulan Bağlantılar
Gerçek öğrenme, bir bakıma oluşan bilgi tabanlarının üzerine alttakilerle bağlantılı yeni bilgiler inşa etmek demektir. Bu da ancak beyin sinirlerinin ağ oluşturması ile sağlanmaktadır. Beyinde 10 milyarın üzerinde beyin hücresi vardır. Kurulan hafıza ilişkileri ve zihinsel faaliyetlerin her biri bu hücreler arasında yeni bağlar kurarak bir ağ tabakası oluşturmaktadır. Kurulan bağların sayısı ne kadar fazla ise, zihinsel potansiyelin gücü de o derece yüksektir. Hücreler arası ağ tabakasındaki her ilave bağ, hafıza-muhakeme-anlama-fikir yürütme gücünü kat kat artırmaktadır.
Bunca gelişmelere rağmen beyin, hâlâ insan vücudunun çalışması hakkında en az şey bilinen organ olma özelliğini koruyor. Konunun uzmanlarına göre birçok kişi beyin potansiyelinin ancak yüzde 4-8 arasındaki bir kısmını kullanıyor. Beyin gerçekleri, başarılı bir eğitimin, insanın öncelikle kendini tanıması ve keşfetmesine; nasıl öğrendiğini öğrenmesine bağlı olduğunu gösteriyor. İnsan beyni yaratılış itibariyle bir öğrenme programıyla yüklü olarak gelmektedir. Ancak, bu programın yanında kullanıcı el kitabı mevcut değildir. Zaman geçtikçe öğrenilen bilgi ve becerilerin modası geçmekte ve kullanılmaz hâle gelmektedir. Modası geçmeyen ve hayat boyunca ihtiyaç duyduğumuz ise öğrenmenin öğretilmesidir.
Bu gelişmeler, “Başarılı insan” kavramında da değişikliğe yol açtı. Günümüzün başarılı insanı, beyninin her iki yarısını da etkili ve dengeli bir şekilde kullanabilen ve gerektiğinde birinden diğerine kolaylıkla geçebilen insan olarak değerlendiriliyor. Beyin hücreleri arasındaki bağlantıları gelişmemiş insanlar, beyinlerine ne kadar bilgi yığmış olurlarsa olsunlar, düşünce, muhakeme, akıl yürütme becerileri gelişmemekte, bu yüzden de eğitilmiş sayılmamaktadır.
Beyin nasıl öğreniyor? Beynin öğrenme ile ilişkisi nedir? Şimdi bunları ele alacağız.
Hipokamp ve Etkili Öğrenme
İç içe üç bölüm hâlinde bulunan beynimizin orta beyin bölümünde yer alan “Hipokamp” (hippocampus) hafızanın merkezi durumundadır. Bu merkez, beynin yazıcısı gibi faaliyet gösterir.
Beynin yazıcısını kendi isteğimizle çalıştırıp, istediğimiz bilgileri kaydedebilir miyiz?
Hipokamp bölgesi bilgilerin kalıcı hafızaya geçip, geçmeyeceğine karar veren merkezdir. Çeşitli şekillerle bize ulaşan bilgiler, verdiğimiz önem derecesine göre beyne kaydolmaktadır. Merak ve ilgi duymadığımız, önemsemediğimiz; kısacası duyguların hareketlenmediği olaylarda gelen bilgiler düşük frekanslı elektrik sinyalleri şeklindedir. Sonuçta, zayıf sinaptik bağlar oluşur ve beyin hardiskine (korteks) kayıt işlemi gerçekleşmez. Çünkü böyle durumlarda alıcılar (duygular) harekete geçmemektedir. Duyguların uyandığı olaylarda ise hipokamp hareketlenmekte ve kortekse kayıt işlemi tamamlanmaktadır.
Dış beyin kısmını teşkil eden korteks, beynin düşünen, konuşan, yazan, yeni buluşlar yapan, merak eden, plân yapan, öğrenmenin, zekanın ve hafızanın oluştuğu bölüm olup, sınırsız bir kapasiteye sahip görünmektedir. Üzerindeki görme, duyma ve diğer algılama merkezleriyle ve dış dünyayla sürekli iletişim halinde bulunur. Bu kapasiteyi nöronlar arasında kurulan ilişkiler sağlamaktadır. Merak ve ilgi eksenli bilgiler, duyguları uyandıran olaylar olduğundan, orta beyindeki hipokamp, giriş vizesi vermekte, bilgiler beyin korteksi üzerine kaydedilmektedir.
İstatistikler, bir toplumda ancak yüzde 7-10’luk öğrenci kesiminin her şeye karşı meraklı olduğunu gösteriyor. Bunlar ek bir motivasyona ihtiyaç duymadan ilgi ve meraklarının yüksekliği sebebiyle öğrenmeyi her ortamda başarırlar. Bu durumda eğitimde temel kaygı ve hedef, yüzde 90’lık büyük çoğunluğun nasıl motive edileceği üzerinde düğümlenmektedir. Bu yüzden aktif ve doğru eğitim modelleri, öğretmenin iyi ders verme ve iyi ders anlatmasından farklı bir durum ortaya koymakta; “iyi motive etme ve merak ve ilgi uyandırmayı” öne çıkarmaktadır.
Öğrencinin konuya ilgisinin çekilmediği, merakın uyandırılmadığı ve konunun zevkli ve eğlenceli hâle getirilmediği öğretme süreçlerinin, başarısız kalması hipokamp denilen beyin bölgesinin uyarılmamasıyla ilgilidir. Üzerinde merak ve ilgi etiketi taşımayan bilginin beyne girmek için gerekli vizeyi alması mümkün değildir. Bu yüzden de “Merak ilmin hocasıdır” denilmiştir. İnsanlar, yalnızca öğrenmeyi isterlerse öğrenirler. Kendilerini, merak ve ilgilerini beslerlerse geliştirebilirler. Enerji ve güçlerinin kaynağı kendileridir. Bir bilgiyi bilinçli olarak istemeyen ve bulduğunu da bilinçli olarak özümsemeyen ve kullanmayan kişi aslında öğrenmeyi başaramamış demektir.
Beyin Loplarının Öğrenmedeki Yeri
Birçok test sonucunda, beynin sol lobunun, konuşma, matematiksel işlemler, diziler, sayılar ve analiz gibi konularda çok üstün olduğu, mantıklı ve doğrusal çalıştığı tespit edildi.
Araştırma sonuçları beynin sağ lobunda, ritim, hayal kurma, renkler, boyut, hacim, müzik gibi fonksiyonların yapıldığını ortaya koymaktadır. Beynin sol tarafı bilgiyi mantıklı ve doğrusal olarak işlemekte, sağ lop ise artistik tarafı oluşturmakta, detaydan çok resmin bütünüyle ilgilenmekte ve bilgiyi şekil ve hayal gücüyle işlemektedir.
Sağ lobun duygular, inanma ve hayallerin etkisinde olduğu ve fotoğrafik, yani bütünsel öğrendiği ortaya çıktı. Bu yüzden bilgiyi sıra ile işleyen sol lobun aksine, sağ lobun öğrenmede çok daha hızlı ve etkili olduğu anlaşıldı. Ayrıca, insanın mucitlik ve üretkenlik kısmı sağ lop fonksiyonları arasında yer almaktadır.
Sadece sol lobu gelişmiş olan ve bu lobu iyi kullanan insanların üretken düşünebilmesi sağ loplarını da geliştirmelerine bağlıdır (gerekir). Öğrendikleri konuları ve formüllerden yeni şeyler üretebilmeleri ancak beynin sağ lobunu işin içine katmaları ile mümkündür.
Beynin her iki lobu birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahiptir. Her iki lop arasında yoğun sinir lifinden oluşan “Korpus kallosum” ağ demeti bulunur. Bu ağ, beynin sağ ve sol lobu arasında sürekli bilgi alışverişinin yapılmasını sağlayan bir köprüdür.
Sağ beyin yaratıcılığı, duygusallığı, seslere ve renklere, hayal gücüne, sezgilere ve soyut algılamalara daha yatkın çalışırken; sol beyin mantıklı, sistematik ve analitik düşünmeye, yazı ve sayılara, ölçme, değerlendirme ve eleştirmeye daha yatkın olarak çalışmaktadır. Beyinlerinin bir yarısını diğerine göre daha iyi kullanan kişiler, diğer boyutta çalışan yarıkürenin yeteneklerine ihtiyaç duyduklarında zorlanırlar ve başarısız olurlar.
Hızlı ve etkili öğrenmenin yolu beynin her iki lobunu birlikte ve dengeli kullanmaktan geçiyor. Bir kuşun uçabilmesinin iki kanatla mümkün olması gibi etkili öğrenme için beyin loplarının her ikisinin dengeli gelişimine ihtiyaç vardır.
İki lobun birlikte kullanıldığı, birbirleriyle uyumun sağlandığı ve işbirliği içinde çalışıldığı durumlarda kişisel yetenek ve etkinlikte olağanüstü artış gözlenmektedir. Eğitimde beynin iki lobunun kullanımı, beyin kapasitesini iki kat değil, kat kat artırabilmektedir.
Kitap okurken genelde her iki lop birlikte koordineli bir şekilde çalışmak zorunda kaldığından kitap okumak beyin loplarının dengeli gelişiminde en faydalı faaliyetlerdendir. Sol lopça takip edilen ve kavranan sözel kavramlar, sağ lopla tasvir edilir, şekil, imge ve yeni düşüncelere dönüştürülür, canlandırılır. Halbuki, televizyon izleme sağ lobu genelde pasif durumda bırakmaktadır. Bu yüzden de beyin gelişimine olumlu bir katkı sağlamamaktadır.
İnsanların yüzünü kolayca hatırlarken, ismini hatırlamada zorlanışımız sağ lobun öğrenmede sol lopdan ne derece etkin olduğunu gösterir. “Bin defa duymaktansa bir defa görmek yeğdir” Çin atasözü de bu gerçeğe parmak basmaktadır. “Hafıza şekillerle, temsillerle çalışır ve bilgiyi resimlerle işler” şeklinde ifade edilen hafıza gerçeği aslında, sağ lobun şekil, resim, hareket ve boyuta duyarlılığı; hayallerin ve üretici düşüncenin merkezi olması vesilesiyle öğrenmede olağanüstü etki ve fonksiyona işaret etmektedir.
Bazı insanlar okuduğu, gördüğü ve duyduğu bilgileri kolayca ve hemen hatırlıyorlar. Bunlar fotoğrafik hafızaya sahip insanlardır. Fotoğrafik hafızaya sahip insanlar üzerinde yıllar süren bilimsel araştırmalar yapılmıştır. Bunların en önemli özellikleri beynin her iki lop fonksiyonlarını birlikte ve dengeli olarak kullanmalarıdır.
Ülkemizde bilgiyi aktarmaya dayanan “Söyleme-anlatma”, “Öğretme” metodundan ibaret kalan eğitim şekli beynin sol lobunun, diğer bir deyişle, beynin yarısının kullanıldığı eğitim tarzıdır. Hayal gücü, renk, şekil, boyut, bütünsel kavrayış, duygular, eleştirel ve yaratıcı düşünme gibi özelliklerine sahip sağ lop fonksiyonları yerine getirilememektedir.
Boş bir kutu içine bir şeyler dolduruyormuşçasına süre giden sadece sol lopa hitap eden ezberci eğitimin, ne derece verimsiz kaldığını hep birlikte görüyoruz.
Eğitimle ilgili toplumda yaygınlaşan çarpıcı ifadeler de aslında özellikleri yeni anlaşılan beyin gerçeklerinin somutlaştırılmış ifadeleri olmaktadır.
Anadolu Liseleri Sınavlarına ya da üniversiteye hazırlayacağız diye eğitim, tamamen ezberci ve tekrara dayanan sol beyin ağırlıklı bir öğrenim yöntemine dönüştürülmüştür. Bu durum, bir öğrenim ya da öğrenme değil, sadece kişilere verilen bilgilerin belleğe kayıt edilmesidir. Bu kayıtlar ise inanılmaz bir hızla bellekten silinmektedir (ya da öğrenciler bu kayıtlara ulaşamamaktadır).
Beyin Hücreleri Arasında Kurulan Bağlantılar
Gerçek öğrenme, bir bakıma oluşan bilgi tabanlarının üzerine alttakilerle bağlantılı yeni bilgiler inşa etmek demektir. Bu da ancak beyin sinirlerinin ağ oluşturması ile sağlanmaktadır. Beyinde 10 milyarın üzerinde beyin hücresi vardır. Kurulan hafıza ilişkileri ve zihinsel faaliyetlerin her biri bu hücreler arasında yeni bağlar kurarak bir ağ tabakası oluşturmaktadır. Kurulan bağların sayısı ne kadar fazla ise, zihinsel potansiyelin gücü de o derece yüksektir. Hücreler arası ağ tabakasındaki her ilave bağ, hafıza-muhakeme-anlama-fikir yürütme gücünü kat kat artırmaktadır.
Saturday, October 14, 2006
Basından bir yorum
Fransa Ermeni sorununu çözüyor!
Cengiz Aktar (05.05.2006) Vatan
Tam anlamıyla bir saltanat sonu dönemi yaşayan Fransa yalpalayan bir tekne görünümü veriyor. Dümen kimde belli değil, teknenin çarpacağı yeri kestirmek kolay değil.
Gelecek yıl Fransa'nın başına geçebilecek olan Sosyalist Parti durduk yerde Ermeni dosyasını, hele bu zamanda, yeniden açtı. 18 Mayıs'ta Parlamento'nun gündemine "Ermeni soykırımı"nın reddini suç sayan ve cezalandıran bir yasa tasarısı sunacak. Eğer tasarı Parlamento, Senato ve Cumhurbaşkanlığı onayı sonucunda yasalaşırsa soykırımın reddi, suçun boyutuna oranla ağır hapis ve para cezaları öngörüyor.
Fransız sosyalistlerinin oldum olası bir "Ermeni soykırımı" politikası vardır. Eski savunma bakanlarından Charles Hernu meselenin azimli bir savunucusuydu. Sosyalist Parti'nin, Ermeni Daşnak Partisi'ni sosyalist zannederek geliştirdiği ilişkiler ve Cumhurbaşkanı adayı Segolene Royal'in eşi, Sosyalist Parti Birinci Sekreteri François Hollande'ın safiyane yaklaşımı Ermeni meselesini sosyalistlerin gündeminde tuttu.
Tasarı yasalaşırsa Fransa Ermeni meselesi tartışmasını halletmiş olacak! Ama bu belki de hayırlı bir gelişme.
Tuzu kuru diaspora Ermenileri, bulundukları Bati ülkelerindeki hassasiyet ve Musevî soykırımından kaynaklanan suçluluk duygusu ve yaygın Türkiye karşıtlığını gayet usturuplu kullandılar ve kullanmaya devam ediyorlar. Olayların cereyan ettiği zaman ve mekana olan uzaklıkları kimliklerinin parçası haline gelmiş olan bu faciaya olan yaklaşımlarını birebir etkiliyor. Onlarla Ermeni meselesinin bugününü konuşmak, hâlâ bu topraklarda yaşayanları birebir ilgilendiren yapıcı bir tutum beklemek çok zor. Bu mesele bir gün çözülürse Türkiyeli Ermeniler, Ermenistan ve Türkiye ile çözülecek. Fransa, isviçre veya Amerika ile değil.
Bu anlamda, Fransa'da Ermeni meselesinin konuşulmasını yasaklayan yasa tasarısı sayesinde Fransa'daki bu bitmez tükenmez ve sonuçta hiçbir yapıcı öğe içermeyen kısır tartışma ortamından ilelebed kurtulacağız.
Ama kendi Cezayir sorununu çözemiyor
Epeyi bir zamandır Fransa, zengin Cezayir'le arasını düzeltmeye çalışıyor. Yıllardır Cezayir'e karşı Fas'ı destekleyen politikasını dengelemeye çabalıyor. İlişkileri "Dostluk Antlaşması" adı verilecek sağlam bir temele oturtmak istiyor. Hatta yakın zamanda dışişleri bakanları Cezayir'e, bize teklif edilen "ayrıcalıklı ortaklık" gibi ne idüğü belirsiz bir "istisnaî ortaklık" teklif etti.
Ancak bu yeni dönem eski dönemin sorgulanması ile mümkün. Çok kanlı ve acılı bir savaş sonunda Cezayir'in bağımsızlığını tanıyan Fransa'nın toplumsal belleği Cezayir ile ilgili envai çeşit hatırayla dolu. 1830'da ülkenin fethi ile başlayan sert bir müstemleke dönemi; 1870'te Fransız Bakan Cremieux'nün Cezayir Musevileri'ne Fransız vatandaşlığı veren ve oraların huzurunu bir daha geri gelmeyecek şekilde bozan kararı; 1954'te başlayan kan ve acıyla dolu Cezayir Savaşı; 1961'de bağımsızlık sonrasında orayı terkeden kolon ve Fransız ordusu için savaşmış "harki" diye anılan Araplardan oluşan bir milyon insan...
Fransa, tıpkı Türkiye gibi, bu sorunlu dönemleri sorgulamaya yanaşmıyor. Ne zaman Cezayir'de bir yetkili veya Fransa'da bir aydın çıkıp bu dönemle ilgili resmî tezin dışına çıkan bir laf etse resmî tekzip geliveriyor. Cumhurbaşkanı Buteflika'nın daha geçenlerde "bize 1830 ile 1962 arasında kimlik soykırımı uyguladınız; Berberi mi, Arap mı, Avrupalı mı, Fransız mı ne olduğumuzu bilmiyoruz" demesi Fransa'da büyük tepki uyandırdı.
Bırakalım sağlıklı bir bellek karşılaştırmasını Fransa 23 Şubat 2005'te, içinde müstemlekeciliğin olumlu yönlerinden söz eden bir yasayı kabul etti.
"Sizinle aynı düşünceyi paylaşmıyorum, ama düşüncenizi ifade etmeniz için hayatımı feda edebilirim" diyen Fransız filozof Voltaire'in kemikleri sızlıyordur..
Cengiz Aktar (05.05.2006) Vatan
Tam anlamıyla bir saltanat sonu dönemi yaşayan Fransa yalpalayan bir tekne görünümü veriyor. Dümen kimde belli değil, teknenin çarpacağı yeri kestirmek kolay değil.
Gelecek yıl Fransa'nın başına geçebilecek olan Sosyalist Parti durduk yerde Ermeni dosyasını, hele bu zamanda, yeniden açtı. 18 Mayıs'ta Parlamento'nun gündemine "Ermeni soykırımı"nın reddini suç sayan ve cezalandıran bir yasa tasarısı sunacak. Eğer tasarı Parlamento, Senato ve Cumhurbaşkanlığı onayı sonucunda yasalaşırsa soykırımın reddi, suçun boyutuna oranla ağır hapis ve para cezaları öngörüyor.
Fransız sosyalistlerinin oldum olası bir "Ermeni soykırımı" politikası vardır. Eski savunma bakanlarından Charles Hernu meselenin azimli bir savunucusuydu. Sosyalist Parti'nin, Ermeni Daşnak Partisi'ni sosyalist zannederek geliştirdiği ilişkiler ve Cumhurbaşkanı adayı Segolene Royal'in eşi, Sosyalist Parti Birinci Sekreteri François Hollande'ın safiyane yaklaşımı Ermeni meselesini sosyalistlerin gündeminde tuttu.
Tasarı yasalaşırsa Fransa Ermeni meselesi tartışmasını halletmiş olacak! Ama bu belki de hayırlı bir gelişme.
Tuzu kuru diaspora Ermenileri, bulundukları Bati ülkelerindeki hassasiyet ve Musevî soykırımından kaynaklanan suçluluk duygusu ve yaygın Türkiye karşıtlığını gayet usturuplu kullandılar ve kullanmaya devam ediyorlar. Olayların cereyan ettiği zaman ve mekana olan uzaklıkları kimliklerinin parçası haline gelmiş olan bu faciaya olan yaklaşımlarını birebir etkiliyor. Onlarla Ermeni meselesinin bugününü konuşmak, hâlâ bu topraklarda yaşayanları birebir ilgilendiren yapıcı bir tutum beklemek çok zor. Bu mesele bir gün çözülürse Türkiyeli Ermeniler, Ermenistan ve Türkiye ile çözülecek. Fransa, isviçre veya Amerika ile değil.
Bu anlamda, Fransa'da Ermeni meselesinin konuşulmasını yasaklayan yasa tasarısı sayesinde Fransa'daki bu bitmez tükenmez ve sonuçta hiçbir yapıcı öğe içermeyen kısır tartışma ortamından ilelebed kurtulacağız.
Ama kendi Cezayir sorununu çözemiyor
Epeyi bir zamandır Fransa, zengin Cezayir'le arasını düzeltmeye çalışıyor. Yıllardır Cezayir'e karşı Fas'ı destekleyen politikasını dengelemeye çabalıyor. İlişkileri "Dostluk Antlaşması" adı verilecek sağlam bir temele oturtmak istiyor. Hatta yakın zamanda dışişleri bakanları Cezayir'e, bize teklif edilen "ayrıcalıklı ortaklık" gibi ne idüğü belirsiz bir "istisnaî ortaklık" teklif etti.
Ancak bu yeni dönem eski dönemin sorgulanması ile mümkün. Çok kanlı ve acılı bir savaş sonunda Cezayir'in bağımsızlığını tanıyan Fransa'nın toplumsal belleği Cezayir ile ilgili envai çeşit hatırayla dolu. 1830'da ülkenin fethi ile başlayan sert bir müstemleke dönemi; 1870'te Fransız Bakan Cremieux'nün Cezayir Musevileri'ne Fransız vatandaşlığı veren ve oraların huzurunu bir daha geri gelmeyecek şekilde bozan kararı; 1954'te başlayan kan ve acıyla dolu Cezayir Savaşı; 1961'de bağımsızlık sonrasında orayı terkeden kolon ve Fransız ordusu için savaşmış "harki" diye anılan Araplardan oluşan bir milyon insan...
Fransa, tıpkı Türkiye gibi, bu sorunlu dönemleri sorgulamaya yanaşmıyor. Ne zaman Cezayir'de bir yetkili veya Fransa'da bir aydın çıkıp bu dönemle ilgili resmî tezin dışına çıkan bir laf etse resmî tekzip geliveriyor. Cumhurbaşkanı Buteflika'nın daha geçenlerde "bize 1830 ile 1962 arasında kimlik soykırımı uyguladınız; Berberi mi, Arap mı, Avrupalı mı, Fransız mı ne olduğumuzu bilmiyoruz" demesi Fransa'da büyük tepki uyandırdı.
Bırakalım sağlıklı bir bellek karşılaştırmasını Fransa 23 Şubat 2005'te, içinde müstemlekeciliğin olumlu yönlerinden söz eden bir yasayı kabul etti.
"Sizinle aynı düşünceyi paylaşmıyorum, ama düşüncenizi ifade etmeniz için hayatımı feda edebilirim" diyen Fransız filozof Voltaire'in kemikleri sızlıyordur..
Fransa Ermeni tasarısını kabul etti
Fransa Ermeni tasarısını kabul etti
Fransa Parlamentosu, bütün tepkilere rağmen sözde Ermeni soykırımını inkarını suç sayan yasa tasarısını oy çokluğu ile kabul etti. Tasarıya 106 'evet' 19 'hayır' oyu çıktı.
Fransa meclisi genel kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etti. Yasa teklifi 19'a karşı 106 oyla kabul edildi. Teklifin yasalaşması için Senato'nun da onayı gerekiyor. Yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunuyor. Meclis genel kurulunda bugün yapılan tartışmalarda hükümet adına konuşan Avrupa İşlerinden sorumlu Bakan Catherine Colona, teklife karşı çıkmıştı. Yasa teklifi, sözde soykırımı reddedenlere, bir yıla kadar hapis ve 45 bin avro para cezası verilmesini öngörüyor.
Şimdi sıra Türkiye'nin cevabında. Başbakan Recep tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle bu akıl tutulmasına en iyi cevabı yine Türk halkı verecek. Bu nedenle Fransa'yı boykot etmek isteyenler için hazırlanan yol haritasını yayınlıyoruz:
1. Önümüzdeki günlerde boykot ilerledikçe Türkiye'deki Fransız veya Fransız ortaklı büyük şirketlerden "Biz Türkiye'de üretim yapıyoruz, biz Türk firmasıyız" gibi açıklamalar geldiğinde bilin ki boykot işe yarıyor demektir. Çünkü istediğimiz bu büyük firmaların Fransa'daki üst düzey yöneticilerinden Fransız hükümetine baskı yapmalarını istemelerini sağlamak.
2. Fransa ekonomisi şu an kötü durumda. Fransız hükümeti ekonomiyi canlandırmak için en son çıkardığı iş yasasını halkın baskısıyla geri çekti. Bu olay aynı zamanda hükümetin otoritesini de sarstı. Şu anda yapacağımız başarılı bir boykot Fransız hükümetini iyice zor durumda bırakacaktır, halkın tepkisini yoğunlaştıracaktır.
3. Hangi ürünler boykot edilmeli? Tüm ürünler için ayni kalitede birçok seçenek var.
Benzin: Total, Elf
Süpermarket: Carrefour, Gima, Dia Endi, ChampionSA
İnşaat: Ondulin Avrasya (Onduline -Bituline-Isoline), Lafarge, Chryso, Weber Markem
Seyahat: Air France, Club Med, Fransa'da tatil, Fransız Kültür Merkezi
Tıraş Bıçağı: BIC
Çakmak: BIC, Cartier
Kırtasiye: BIC, Sheaffer
Yoğurt: Danone, Yoplait
Şişe Suyu: Perrier, Danone, Evian
Mutfak ve diğer ev eşyalar: Tefal
Oto Lastiği: Michelin, Uniroyal, Recamic
Oto Yedek Parça: Valeo
Otomobil: Renault, Peugeot, Citroen
Spor Ekipmani: Le coq sportif
Motosiklet, Bisiklet: Peugeot
Giyim: Lacoste , Givenchy, Pierre Cardin, Yves Saint Laurent, Etam, René Derby, Sonia Rykiel, Cacharel, Daniel Hechter
Çanta: Longchamps, Lancel, Louis Vuitton
Şampuan: L'Oreal, Studio Line, Lancome
Saç ürünleri: L'Oreal, Studio Line, Garnier, Kerastase
Cilt Bakım ürünleri: Clarins, Guerlain, Avene
Bebek giyim, mama, oyuncak: Bledina, Mellin, Majorette, DPAM, Petit Bateau
Kozmetik: L'Oreal, La Roche Posay, Biotherm, Christian Dior, Clarins, Vichy
Parfüm: Chanel, Christian Dior, Clarins, Drakkar Noir, Fahrenheit, Lancome, Lavendar Harvest
Dergi: Marie Claire, Elle
Telekom: Alcatel
Sigorta: AXA, Günes Sigorta, Basak Sigorta, Basak Emeklilik (Groupama International)
Finans: Societe General Bankasi, TEB (Türk Ekonomi Bankasi)
İlaç firmaları Sanofi (Aventis&Synthelabo&Pasteur ortakligi): Servier, Fournier, Guerbet, Pierre
Lütfen yerli malı ürünler kullanalım."Türkün Türkten başka dostu yok."
Avrupa özentisi monşerlerden olmayalım.
Şimdi ve her zaman yerli üreticileri destekleyelim.
Fransa Parlamentosu, bütün tepkilere rağmen sözde Ermeni soykırımını inkarını suç sayan yasa tasarısını oy çokluğu ile kabul etti. Tasarıya 106 'evet' 19 'hayır' oyu çıktı.
Fransa meclisi genel kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etti. Yasa teklifi 19'a karşı 106 oyla kabul edildi. Teklifin yasalaşması için Senato'nun da onayı gerekiyor. Yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunuyor. Meclis genel kurulunda bugün yapılan tartışmalarda hükümet adına konuşan Avrupa İşlerinden sorumlu Bakan Catherine Colona, teklife karşı çıkmıştı. Yasa teklifi, sözde soykırımı reddedenlere, bir yıla kadar hapis ve 45 bin avro para cezası verilmesini öngörüyor.
Şimdi sıra Türkiye'nin cevabında. Başbakan Recep tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle bu akıl tutulmasına en iyi cevabı yine Türk halkı verecek. Bu nedenle Fransa'yı boykot etmek isteyenler için hazırlanan yol haritasını yayınlıyoruz:
1. Önümüzdeki günlerde boykot ilerledikçe Türkiye'deki Fransız veya Fransız ortaklı büyük şirketlerden "Biz Türkiye'de üretim yapıyoruz, biz Türk firmasıyız" gibi açıklamalar geldiğinde bilin ki boykot işe yarıyor demektir. Çünkü istediğimiz bu büyük firmaların Fransa'daki üst düzey yöneticilerinden Fransız hükümetine baskı yapmalarını istemelerini sağlamak.
2. Fransa ekonomisi şu an kötü durumda. Fransız hükümeti ekonomiyi canlandırmak için en son çıkardığı iş yasasını halkın baskısıyla geri çekti. Bu olay aynı zamanda hükümetin otoritesini de sarstı. Şu anda yapacağımız başarılı bir boykot Fransız hükümetini iyice zor durumda bırakacaktır, halkın tepkisini yoğunlaştıracaktır.
3. Hangi ürünler boykot edilmeli? Tüm ürünler için ayni kalitede birçok seçenek var.
Benzin: Total, Elf
Süpermarket: Carrefour, Gima, Dia Endi, ChampionSA
İnşaat: Ondulin Avrasya (Onduline -Bituline-Isoline), Lafarge, Chryso, Weber Markem
Seyahat: Air France, Club Med, Fransa'da tatil, Fransız Kültür Merkezi
Tıraş Bıçağı: BIC
Çakmak: BIC, Cartier
Kırtasiye: BIC, Sheaffer
Yoğurt: Danone, Yoplait
Şişe Suyu: Perrier, Danone, Evian
Mutfak ve diğer ev eşyalar: Tefal
Oto Lastiği: Michelin, Uniroyal, Recamic
Oto Yedek Parça: Valeo
Otomobil: Renault, Peugeot, Citroen
Spor Ekipmani: Le coq sportif
Motosiklet, Bisiklet: Peugeot
Giyim: Lacoste , Givenchy, Pierre Cardin, Yves Saint Laurent, Etam, René Derby, Sonia Rykiel, Cacharel, Daniel Hechter
Çanta: Longchamps, Lancel, Louis Vuitton
Şampuan: L'Oreal, Studio Line, Lancome
Saç ürünleri: L'Oreal, Studio Line, Garnier, Kerastase
Cilt Bakım ürünleri: Clarins, Guerlain, Avene
Bebek giyim, mama, oyuncak: Bledina, Mellin, Majorette, DPAM, Petit Bateau
Kozmetik: L'Oreal, La Roche Posay, Biotherm, Christian Dior, Clarins, Vichy
Parfüm: Chanel, Christian Dior, Clarins, Drakkar Noir, Fahrenheit, Lancome, Lavendar Harvest
Dergi: Marie Claire, Elle
Telekom: Alcatel
Sigorta: AXA, Günes Sigorta, Basak Sigorta, Basak Emeklilik (Groupama International)
Finans: Societe General Bankasi, TEB (Türk Ekonomi Bankasi)
İlaç firmaları Sanofi (Aventis&Synthelabo&Pasteur ortakligi): Servier, Fournier, Guerbet, Pierre
Lütfen yerli malı ürünler kullanalım."Türkün Türkten başka dostu yok."
Avrupa özentisi monşerlerden olmayalım.
Şimdi ve her zaman yerli üreticileri destekleyelim.
Thursday, October 12, 2006
Nobel Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk'un...
Orhan Pamuk'a Nobel
DÜNYANIN en prestijli ödüllerinden Nobel Edebiyat Ödülü’nü bu yıl ünlü yazar Orhan Pamuk kazandı. Daha önceki senelerde de adı adaylar arasında geçen Orhan Pamuk, böylece Nobel’i kazanan ilk Türk olma başarısını gösterdi. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından bugün Stockholm’de yapılan açıklamada, Pamuk’un ’memleketinin melonkolik ruhunu arayışında kültür çatışması ve kesişmesini anlatımında yeni semboller bulduğu’ için bu ödüle layık görüldüğü vurgulandı.
Orhan Pamuk, çok mutlu olduğunu ve ödülü kazanmaktan kıvanç duyduğunu söyledi.
Ödülü kazandığını Amerika’da öğrenen Pamuk, İsveç gazetesi Svenska Dagbladet’in sorularını telefonla yanıtladı.
Gazetenin internet sitesinde çıkan habere göre Orhan Pamuk, "Çok mutluyum.
Ödülü kazanmaktan büyük onur duydum. Ödülü almak için Stockholm’e geleceğim" dedi.
Ödül töreni 10 aralıkta Stockholm’de düzenlenecek.
• Orhan Pamuk kimdir?
‘PAMUK OSMANLIDAN BATI YAŞAM TARZINA DÖNÜŞÜM DENEYİMİNİ ANLATTI’
Açıklamada, Pamuk’un, büyürken geleneksel Osmanlı aile ortamından daha Batı yönelimli bir yaşam tarzına dönüşüm deneyimini içeren bir anlatımının bulunduğu vurgulandı. Yazarın bu konuya, Thomas Mann’i takiben, bir ailenin üç neslinin hikayesini anlattığı ilk romanında (Cevdet Bey ve Oğulları) değindiği kaydedildi.
‘BEYAZ KALE İLE ULUSLARARASI TAKDİR KAZANDI’
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nden yapılan açıklamada, Pamuk’un uluslararası başarısının üçüncü romanı "Beyaz Kale" ile geldiği belirtilerek "Bu romanın 17. yüzyıl İstanbul’unda geçen tarihi bir roman olarak yazılmakla birlikte, içeriğinin farklı türdeki öyküler üzerinden egomuzun nasıl oluştuğuna ilişkin bir öykü" olduğu, kitapta kişiliğin değişen bir yapı olarak gösterildiğine dikkat çekildi.
‘DOĞUDA BİR YILDIZ YÜKSELDİ’
Beyaz Kale’yle ilgili olarak New York Times Gazetesi, "Doğu’da bir yıldız yükseldi" yorumunu yapmıştı. "ABC, kitabın "Kitapçı dükkanlarında gelmiş geçmiş satılan en mükemmel hayal ürünü" olduğunu savunmuş, Publishers Weekly de "Ustaca kurulmuş paradokslarla ölüm, hayranlık uyandıran zarif bir postmodern hikaye" demişti.
BEYAZ KALE TÜM BATI DİLLERİNE ÇEVRİLDİ
Romanda 17. yüzyilda Türk korsanlarınca tutsak edilen bir Venedikli, Istanbul’a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk tarafindan satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle sahibi, kölesinden, Venedik’i ve Batı bilimini, ögrenmek ister. Bu iki kişi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için, Haliç’e bakan karanlık ve boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar. Hikayeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği Istanbul sokaklarına, Çocuk Sultan’ın Düssel bahçelerine ve hayvanlarına, inanilmaz bir silahın yapımına , ’Ben neden benim ?’ sorusuna götürecektir.
1.9 MİLYON YTL ÖDÜL ALACAK
Pamuk bu prestijli ödülün yanı sıra 10 milyon İsveç kronu (yaklaşık 1.9 milyon YTL) para ödülünün de sahibi oldu. Bu sene Nobel Edebiyat Ödülü için şanslı görülen adaylar arasında Orhan Pamuk’un yanı sıra Suriyeli şair Adonis, İsveçli şair Tomas Tranströmer, Joyce Carol Oates, İsrailli yazar Amos Oz, Philip Roth, Mario Vargas Llosa, Çek yazar Milan Kundera ve Doris Lessing, Amerikalı yazar Paul Aster, Inger Christensen’in de adı geçiyordu.
MEMLEKETİ İSTANBUL’A VURGU YAPILDI
Nobel ödüllerini veren İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi Orhan Pamuk’un memleketi İstanbul’un melankolik ruhunu arayışına dikkat çekildi. 1952’de istanbul’da doğan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap adlı romanlarında anlattığına benzer bir ailede, Nişantaşı’nda büyüyüp yetişti. New York’ta geçirdiği üç yıl dışında hep istanbul’da yaşadı. Liseyi Robert Koleji’nde bitirdi, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yıl mimarlık okudu.1976’da İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. 1974’den başlayarak düzenli bir şekilde yazı yazmayı kendine iş edindi. İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları 1979’da Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nı kazandı. 1982’de yayımlanan bu kitap 1983 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü de aldı. Aynı yıl ilk baskısı çıkan Sessiz Ev ile 1984 Madaralı Roman Ödülü’nü ve bu kitabın Fansa’a çıkan çevirisiyle de 1991 Pix de la Decouverte Européenne’i (Avrupa Keşif Ödülü) kazandı. 1990’da yayımlanan Kara Kitap, karmaşıklığı, zenginliği ve doluluğuyla çağdaş türk edebiyatının üzerinde en fazla tartışılan ve en çok okunan romanlarından biri oldu. Ömer Kavur’un yönetmenliğini yaptığı Gizli Yüz filminin senaryosunu da Pamuk 1992 yılında kitaplaştırdı. 1994’te yayımlanan ve esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli gençleri hikâye ettiği Yeni Hayat adlı romanı Türk edebiyatının en çok okunan kitaplarından biri oldu. 1998’de yayımladığı Benim Adım Kırmızı adlı romanı olağanüstü bir ilgi gördü. Romanları yirmi dile çevrilen Orhan pamuk 25 yıldır tuttuğu defterler, dergi ve gazetelere yazdığı yazılar, denemeler, eleştiri yazıları, röportajlar ve gezi notlarından yaptığı titiz bir seçme ile daha önce yayımlanmamış "Pencereden bakmak" adlı uzun hikâyesini aralık 1998’de Öteki Renkler başlığıyla kitaplaştırdı.
PAMUK'UN YAYINCISI: ''VERİLEN BU ÖDÜL EDEBİYATIMIZ İÇİN KIVANÇ VERİCİDİR''
Nobel 2006 Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Orhan Pamuk'un kitaplarının yayıncısı İletişim Yayınları, Pamuk'a verilen ödülün Türk edebiyatı için kıvanç verici olduğunu belirtti.
İletişim Yayınları tarafından yapılan yazılı açıklamada, 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'un olduğu anımsatılarak, Orhan Pamuk'un modern romanın dünyadaki en önemli temsilcilerinden biri olduğu, bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmasının olağan olduğu belirtildi.
Açıklamada, ''Yayıncısı olarak Orhan Pamuk'u kutluyoruz. Orhan Pamuk'a verilen bu ödül edebiyatımız için kıvanç vericidir. Bize bu onuru yaşattığı için kendisine teşekkür ederiz'' denildi.
1982'den bu yana ödülü alanlar
Nobel Edebiyat ödülünü 1982’den bu yana kazananların listesi şöyle:
2006: Orhan Pamuk (Türkiye).
2005: Harold Pinter (İngiltere).
2004: Elfriede Jelinek (Avusturya).
2003: John Maxwell Coetzee (Güney Afrika).
2002: İmre Kertesz (Macaristan).
2001: V.S. Naipaul (İngiltere).
2000: Gao Şingcian (Çin).
1999: Günter Grass (Almanya).
1998: Jose Saramago (Portekiz).
1997: Dario Fo (İtalya).
1996: Wislawa Szymborska (Polonya).
1995: Seamus Heaney (İrlanda).
1994: Kenzaburo Oe (Japonya).
1993: Toni Morrison (ABD).
1992: Derek Walcott (St. Lucia).
1991: Nadine Gordimer (Güney Afrika).
1990: Octavio Paz (Meksika).
1989: Camilo Jose Cela (İspanya).
1988: Necib Mahfuz (Mısır).
1987: Joseph Brodsky (ABD).
1986: Wole Soyinka (Nijerya).
1985: Claude Simon (Fransa).
1984: Jaroslav Seifert (Çekoslovakya).
1983: William Golding (İngiltere).
1982: Gabriel Garcia Marquez (Kolombiya).
DÜNYANIN en prestijli ödüllerinden Nobel Edebiyat Ödülü’nü bu yıl ünlü yazar Orhan Pamuk kazandı. Daha önceki senelerde de adı adaylar arasında geçen Orhan Pamuk, böylece Nobel’i kazanan ilk Türk olma başarısını gösterdi. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından bugün Stockholm’de yapılan açıklamada, Pamuk’un ’memleketinin melonkolik ruhunu arayışında kültür çatışması ve kesişmesini anlatımında yeni semboller bulduğu’ için bu ödüle layık görüldüğü vurgulandı.
Orhan Pamuk, çok mutlu olduğunu ve ödülü kazanmaktan kıvanç duyduğunu söyledi.
Ödülü kazandığını Amerika’da öğrenen Pamuk, İsveç gazetesi Svenska Dagbladet’in sorularını telefonla yanıtladı.
Gazetenin internet sitesinde çıkan habere göre Orhan Pamuk, "Çok mutluyum.
Ödülü kazanmaktan büyük onur duydum. Ödülü almak için Stockholm’e geleceğim" dedi.
Ödül töreni 10 aralıkta Stockholm’de düzenlenecek.
• Orhan Pamuk kimdir?
‘PAMUK OSMANLIDAN BATI YAŞAM TARZINA DÖNÜŞÜM DENEYİMİNİ ANLATTI’
Açıklamada, Pamuk’un, büyürken geleneksel Osmanlı aile ortamından daha Batı yönelimli bir yaşam tarzına dönüşüm deneyimini içeren bir anlatımının bulunduğu vurgulandı. Yazarın bu konuya, Thomas Mann’i takiben, bir ailenin üç neslinin hikayesini anlattığı ilk romanında (Cevdet Bey ve Oğulları) değindiği kaydedildi.
‘BEYAZ KALE İLE ULUSLARARASI TAKDİR KAZANDI’
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nden yapılan açıklamada, Pamuk’un uluslararası başarısının üçüncü romanı "Beyaz Kale" ile geldiği belirtilerek "Bu romanın 17. yüzyıl İstanbul’unda geçen tarihi bir roman olarak yazılmakla birlikte, içeriğinin farklı türdeki öyküler üzerinden egomuzun nasıl oluştuğuna ilişkin bir öykü" olduğu, kitapta kişiliğin değişen bir yapı olarak gösterildiğine dikkat çekildi.
‘DOĞUDA BİR YILDIZ YÜKSELDİ’
Beyaz Kale’yle ilgili olarak New York Times Gazetesi, "Doğu’da bir yıldız yükseldi" yorumunu yapmıştı. "ABC, kitabın "Kitapçı dükkanlarında gelmiş geçmiş satılan en mükemmel hayal ürünü" olduğunu savunmuş, Publishers Weekly de "Ustaca kurulmuş paradokslarla ölüm, hayranlık uyandıran zarif bir postmodern hikaye" demişti.
BEYAZ KALE TÜM BATI DİLLERİNE ÇEVRİLDİ
Romanda 17. yüzyilda Türk korsanlarınca tutsak edilen bir Venedikli, Istanbul’a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk tarafindan satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle sahibi, kölesinden, Venedik’i ve Batı bilimini, ögrenmek ister. Bu iki kişi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için, Haliç’e bakan karanlık ve boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar. Hikayeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği Istanbul sokaklarına, Çocuk Sultan’ın Düssel bahçelerine ve hayvanlarına, inanilmaz bir silahın yapımına , ’Ben neden benim ?’ sorusuna götürecektir.
1.9 MİLYON YTL ÖDÜL ALACAK
Pamuk bu prestijli ödülün yanı sıra 10 milyon İsveç kronu (yaklaşık 1.9 milyon YTL) para ödülünün de sahibi oldu. Bu sene Nobel Edebiyat Ödülü için şanslı görülen adaylar arasında Orhan Pamuk’un yanı sıra Suriyeli şair Adonis, İsveçli şair Tomas Tranströmer, Joyce Carol Oates, İsrailli yazar Amos Oz, Philip Roth, Mario Vargas Llosa, Çek yazar Milan Kundera ve Doris Lessing, Amerikalı yazar Paul Aster, Inger Christensen’in de adı geçiyordu.
MEMLEKETİ İSTANBUL’A VURGU YAPILDI
Nobel ödüllerini veren İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi Orhan Pamuk’un memleketi İstanbul’un melankolik ruhunu arayışına dikkat çekildi. 1952’de istanbul’da doğan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap adlı romanlarında anlattığına benzer bir ailede, Nişantaşı’nda büyüyüp yetişti. New York’ta geçirdiği üç yıl dışında hep istanbul’da yaşadı. Liseyi Robert Koleji’nde bitirdi, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yıl mimarlık okudu.1976’da İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. 1974’den başlayarak düzenli bir şekilde yazı yazmayı kendine iş edindi. İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları 1979’da Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nı kazandı. 1982’de yayımlanan bu kitap 1983 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü de aldı. Aynı yıl ilk baskısı çıkan Sessiz Ev ile 1984 Madaralı Roman Ödülü’nü ve bu kitabın Fansa’a çıkan çevirisiyle de 1991 Pix de la Decouverte Européenne’i (Avrupa Keşif Ödülü) kazandı. 1990’da yayımlanan Kara Kitap, karmaşıklığı, zenginliği ve doluluğuyla çağdaş türk edebiyatının üzerinde en fazla tartışılan ve en çok okunan romanlarından biri oldu. Ömer Kavur’un yönetmenliğini yaptığı Gizli Yüz filminin senaryosunu da Pamuk 1992 yılında kitaplaştırdı. 1994’te yayımlanan ve esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli gençleri hikâye ettiği Yeni Hayat adlı romanı Türk edebiyatının en çok okunan kitaplarından biri oldu. 1998’de yayımladığı Benim Adım Kırmızı adlı romanı olağanüstü bir ilgi gördü. Romanları yirmi dile çevrilen Orhan pamuk 25 yıldır tuttuğu defterler, dergi ve gazetelere yazdığı yazılar, denemeler, eleştiri yazıları, röportajlar ve gezi notlarından yaptığı titiz bir seçme ile daha önce yayımlanmamış "Pencereden bakmak" adlı uzun hikâyesini aralık 1998’de Öteki Renkler başlığıyla kitaplaştırdı.
PAMUK'UN YAYINCISI: ''VERİLEN BU ÖDÜL EDEBİYATIMIZ İÇİN KIVANÇ VERİCİDİR''
Nobel 2006 Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Orhan Pamuk'un kitaplarının yayıncısı İletişim Yayınları, Pamuk'a verilen ödülün Türk edebiyatı için kıvanç verici olduğunu belirtti.
İletişim Yayınları tarafından yapılan yazılı açıklamada, 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'un olduğu anımsatılarak, Orhan Pamuk'un modern romanın dünyadaki en önemli temsilcilerinden biri olduğu, bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmasının olağan olduğu belirtildi.
Açıklamada, ''Yayıncısı olarak Orhan Pamuk'u kutluyoruz. Orhan Pamuk'a verilen bu ödül edebiyatımız için kıvanç vericidir. Bize bu onuru yaşattığı için kendisine teşekkür ederiz'' denildi.
1982'den bu yana ödülü alanlar
Nobel Edebiyat ödülünü 1982’den bu yana kazananların listesi şöyle:
2006: Orhan Pamuk (Türkiye).
2005: Harold Pinter (İngiltere).
2004: Elfriede Jelinek (Avusturya).
2003: John Maxwell Coetzee (Güney Afrika).
2002: İmre Kertesz (Macaristan).
2001: V.S. Naipaul (İngiltere).
2000: Gao Şingcian (Çin).
1999: Günter Grass (Almanya).
1998: Jose Saramago (Portekiz).
1997: Dario Fo (İtalya).
1996: Wislawa Szymborska (Polonya).
1995: Seamus Heaney (İrlanda).
1994: Kenzaburo Oe (Japonya).
1993: Toni Morrison (ABD).
1992: Derek Walcott (St. Lucia).
1991: Nadine Gordimer (Güney Afrika).
1990: Octavio Paz (Meksika).
1989: Camilo Jose Cela (İspanya).
1988: Necib Mahfuz (Mısır).
1987: Joseph Brodsky (ABD).
1986: Wole Soyinka (Nijerya).
1985: Claude Simon (Fransa).
1984: Jaroslav Seifert (Çekoslovakya).
1983: William Golding (İngiltere).
1982: Gabriel Garcia Marquez (Kolombiya).
Fransızlar Stupidite’yi seçtiler
"Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" ilkelerinin yazılı olduğu Fransa Ulusal Meclisi bu değerleri hiçe sayarak ’Stupidite’yi (aptallığı) seçti.
571 sandalyeli meclis, Ermeni soykırımını reddedenlere hapis ve para cezası verilmesini öngören yasa teklifini 19 hayır oyuna karşılık 106 oyla kabul etti. Yasa teklifine karşı çıkan Fransız Hükümeti, uzun bir yasama sürecinin başladığını, her adımda muhalefetini sürdüreceğini açıkladı.
ÖZGÜRLÜKLERİN evrensel bir değer haline gelmesine vesile olan demokrasinin beşiği Fransa’da Ulusal Meclis, Ermeni soykırımını reddetmeye para ve ceza verilmesini öngören yasa teklifini kabul etti. Ancak yasanın yürürlüğe girmeden önce Senato ve Cumhurbaşkanı’ndan da onaylanması gerekiyor. Fransa Hükümeti ise hem oylama öncesi hem de oylama sonrasında yasa teklifini desteklemediğini açıkladı.
Fransa Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Paris’in Türkiye ile diyalogun sürmesi konusunda ’çok istekli’ olduğu vurgulandı. Sözcü Jean Baptiste Mattei, "Güçlü dostluk ve işbirliği bağlarının korunması gibi Türkiye ile diyoloğu sürdürme konusunda çok istekliyiz" dedi. 1915-17’deki ’Ermeni soykırımını’ reddetmeyi yasaklayan yasanın ’gereksiz’ ve ’zamansız’ olduğu yönündeki hükümet görüşünü tekrarlayan sözcü, "Bu sadece uzun bir yasama sürecinin başlangıcı. Hükümet gereksiz ve zamansız görünen yasa teklifiyle ilgili tavrını sürdürecektir" dedi.
HÜKÜMET: KARŞIYIZ
Nitekim Fransa Ulusal Meclisi’nde dün sabah oturumunda yapılan oylama öncesinde hükümet adına söz alan Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakan Catherine Colonna da, muhalefetteki Sosyalistlerin hazırladığı yasa teklifi aleyhinde görüş bildirdi. Colonna, "Biz hükümet olarak bu teklife karşıyız, zaten 2001 de Ermeni soykırımını bir kanunla tanımıştık. Cumhurbaşkanımız Jacques Chirac da Erivan’da soykırımı açıkça telaffuz etti. Siyasi açıdan bakarsak, Türkiye’nin başlattığı bellek çalışmasını devam ettirmesi, diğer ülkelerin de yapmış oldukları gibi geçmişi üzerinde çalışması gerektiği kuşkusuzdur, ki buna başlamıştır. Dolayısıyla, bu çalışmanın devam ettirilmesi için teşvik edilmelidir. Bu nedenle Fransız hükümeti olarak bu teklife karşıyız" dedi.
571 sandalyeli ulusal meclisteki oylamaya 125 milletvekili katıldı. 2001’de kabul edilen "Fransa Ermeni soykırımını açıkça tanır" şeklindeki tek cümlelik yasaya, getirilen "bu soykırımı inkar edenler hapis, para cezasına çarptırılır" teklifi oylamaya sunuldu. Yasa teklifi 19 ’karşılık 106 oyla kabul edildi. Yasa teklifi, 1881 tarihli Basın Özgürlüğü Yasası’nda yer alan soykırım ve insanlığa karşı işlenmiş suçları reddedenlerle ilgili 24b maddesine atıfta bulunuyor. İnkar edenler 1 yıla ve 45 bin euro’ya kadar para cezasına çarptırılabilecek.
Öte yandan Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II "Daha önce AB’ye giriş sürecinde Türkiye’nin önüne çeşitli engeller çıkaran Fransızlar, şimdi de Türkiye ve Ermenistan arasında zaten çok kısıtlı olan diyaloğa ciddi bir darbe indirmiş oldular. Bu yasa gerek Türk, gerekse Ermeni toplumlarındaki aşırı milliyetçi ve ırkçı grupların ekmeğine yağ sürecektir.
571 sandalyeli meclis, Ermeni soykırımını reddedenlere hapis ve para cezası verilmesini öngören yasa teklifini 19 hayır oyuna karşılık 106 oyla kabul etti. Yasa teklifine karşı çıkan Fransız Hükümeti, uzun bir yasama sürecinin başladığını, her adımda muhalefetini sürdüreceğini açıkladı.
ÖZGÜRLÜKLERİN evrensel bir değer haline gelmesine vesile olan demokrasinin beşiği Fransa’da Ulusal Meclis, Ermeni soykırımını reddetmeye para ve ceza verilmesini öngören yasa teklifini kabul etti. Ancak yasanın yürürlüğe girmeden önce Senato ve Cumhurbaşkanı’ndan da onaylanması gerekiyor. Fransa Hükümeti ise hem oylama öncesi hem de oylama sonrasında yasa teklifini desteklemediğini açıkladı.
Fransa Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Paris’in Türkiye ile diyalogun sürmesi konusunda ’çok istekli’ olduğu vurgulandı. Sözcü Jean Baptiste Mattei, "Güçlü dostluk ve işbirliği bağlarının korunması gibi Türkiye ile diyoloğu sürdürme konusunda çok istekliyiz" dedi. 1915-17’deki ’Ermeni soykırımını’ reddetmeyi yasaklayan yasanın ’gereksiz’ ve ’zamansız’ olduğu yönündeki hükümet görüşünü tekrarlayan sözcü, "Bu sadece uzun bir yasama sürecinin başlangıcı. Hükümet gereksiz ve zamansız görünen yasa teklifiyle ilgili tavrını sürdürecektir" dedi.
HÜKÜMET: KARŞIYIZ
Nitekim Fransa Ulusal Meclisi’nde dün sabah oturumunda yapılan oylama öncesinde hükümet adına söz alan Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakan Catherine Colonna da, muhalefetteki Sosyalistlerin hazırladığı yasa teklifi aleyhinde görüş bildirdi. Colonna, "Biz hükümet olarak bu teklife karşıyız, zaten 2001 de Ermeni soykırımını bir kanunla tanımıştık. Cumhurbaşkanımız Jacques Chirac da Erivan’da soykırımı açıkça telaffuz etti. Siyasi açıdan bakarsak, Türkiye’nin başlattığı bellek çalışmasını devam ettirmesi, diğer ülkelerin de yapmış oldukları gibi geçmişi üzerinde çalışması gerektiği kuşkusuzdur, ki buna başlamıştır. Dolayısıyla, bu çalışmanın devam ettirilmesi için teşvik edilmelidir. Bu nedenle Fransız hükümeti olarak bu teklife karşıyız" dedi.
571 sandalyeli ulusal meclisteki oylamaya 125 milletvekili katıldı. 2001’de kabul edilen "Fransa Ermeni soykırımını açıkça tanır" şeklindeki tek cümlelik yasaya, getirilen "bu soykırımı inkar edenler hapis, para cezasına çarptırılır" teklifi oylamaya sunuldu. Yasa teklifi 19 ’karşılık 106 oyla kabul edildi. Yasa teklifi, 1881 tarihli Basın Özgürlüğü Yasası’nda yer alan soykırım ve insanlığa karşı işlenmiş suçları reddedenlerle ilgili 24b maddesine atıfta bulunuyor. İnkar edenler 1 yıla ve 45 bin euro’ya kadar para cezasına çarptırılabilecek.
Öte yandan Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II "Daha önce AB’ye giriş sürecinde Türkiye’nin önüne çeşitli engeller çıkaran Fransızlar, şimdi de Türkiye ve Ermenistan arasında zaten çok kısıtlı olan diyaloğa ciddi bir darbe indirmiş oldular. Bu yasa gerek Türk, gerekse Ermeni toplumlarındaki aşırı milliyetçi ve ırkçı grupların ekmeğine yağ sürecektir.
Üçünü de ezdik
Malta, Macaristan ve Moldova maçlarının istatistikleri, A Milli Takımımız’ın sadece skor tabelasında değil, futboluyla da rakiplerine büyük üstünlük sağladığını ortaya çıkardı.
A Milli Futbol Takımı, 2008 Avrupa Şampiyonası Elemeleri C Grubu’nda oynadığı Malta (2-0), Macaristan (1-0) ve Moldova (5-0) maçlarında rakiplerine büyük üstünlük kurdu. Ay yıldızlılar, bu karşılaşmalarda rakiplerine 8 gol atarken, kalelerinde hiç gol görmedi. A Milli Takım 63 şut atarak (maç başına ortalama 21) atarken, rakiplerinin kaydettiği toplam şut sayısı 18 (ortalama 6) oldu.
Üç maçın istatistiklerinde en çarpıcı sonuçlardan biri gol pozisyonu sayısında yaşandı. Türk Milli Takımı, 28 gol pozisyonuna girerek rakiplerinin 5 katından fazla pozisyon üretti. Malta, Macaristan ve Moldova’nın ay yıldızlı ekibimiz karşısında bulduğu toplam gol pozisyonu sayısı sadece 5 oldu. Ayrıca, A Milli Takım 17 korner atarken, rakipleri sadece 5 korner kullanabildi.
Moldova’nın ilk şutu 54’te
Moldova, Frankfurt’un Commerzbank Arena Stadı’ndaki karşılaşmada o kadar çaresiz kaldı ki, ay yıldızlıların koruduğu kaleye ilk şutunu ancak 54. dakikada atabildi. Moldova, maç boyunca kalemize 5 şut atarken, 2 isabet sağladı ve %40 şut oranı ile oynadı. Türkiye A Milli Takımı ise 24 şut atarken 12 isabet sağladı ve %50 isabet ile oynadı.
A Milli Futbol Takımı, 2008 Avrupa Şampiyonası Elemeleri C Grubu’nda oynadığı Malta (2-0), Macaristan (1-0) ve Moldova (5-0) maçlarında rakiplerine büyük üstünlük kurdu. Ay yıldızlılar, bu karşılaşmalarda rakiplerine 8 gol atarken, kalelerinde hiç gol görmedi. A Milli Takım 63 şut atarak (maç başına ortalama 21) atarken, rakiplerinin kaydettiği toplam şut sayısı 18 (ortalama 6) oldu.
Üç maçın istatistiklerinde en çarpıcı sonuçlardan biri gol pozisyonu sayısında yaşandı. Türk Milli Takımı, 28 gol pozisyonuna girerek rakiplerinin 5 katından fazla pozisyon üretti. Malta, Macaristan ve Moldova’nın ay yıldızlı ekibimiz karşısında bulduğu toplam gol pozisyonu sayısı sadece 5 oldu. Ayrıca, A Milli Takım 17 korner atarken, rakipleri sadece 5 korner kullanabildi.
Moldova’nın ilk şutu 54’te
Moldova, Frankfurt’un Commerzbank Arena Stadı’ndaki karşılaşmada o kadar çaresiz kaldı ki, ay yıldızlıların koruduğu kaleye ilk şutunu ancak 54. dakikada atabildi. Moldova, maç boyunca kalemize 5 şut atarken, 2 isabet sağladı ve %40 şut oranı ile oynadı. Türkiye A Milli Takımı ise 24 şut atarken 12 isabet sağladı ve %50 isabet ile oynadı.
Jennifer Lopez'in iç çamaşırı
Jennifer Lopez'in
iç çamaşırı Türkiye'den
Latin Amerika kökenli ünlü şarkıcı ve film yıldızı Jennifer Lopez'in “JLO” markası ile tüm dünyada satışa sunulan ürünlerinden dikişsiz iç giyim ürünleri Gaziantep'te üretiliyor.
Gaziantep'te faaliyet gösteren Sentefil Tekstil, JLO markalı dikişsiz iç giyim ürünlerinin Türkiye'de üretim hakkını aldı.
Sentefil Tekstil Genel Müdürü Celaleddin Koçer, Amerika merkezli Jennifer Lopez (JLO) markalı dikişsiz iç giyim ürünlerinin yüksek standartlar altında seri üretimine başladıklarını belirtti.
Koçer, şunları söyledi: “Yüksek standartlar, titizlik ve özen gerektiren iç giyim sektöründe dikişsiz ürünlerimizle çok kısa bir süre içinde dünya markaları ile çalışma fırsatı bulduk. Vermiş olduğumuz kaliteli servis ve ürünlerimizle birçok dünya markası firmalarla çalışma fırsatı yakaladık. Burada önemli olan unsur, ekip çalışması ile ortaya çıkarılan başarıya bağlıdır. Yapmış olduğumuz çok yoğun AR-GE ve inovasyon çalışmaları ile rakiplerimizin her zaman bir adım önünde olmayı başarıyoruz. Türkiye'de bizden başka JLO iç giyim ürünlerini üreten firma yok.”
Başarılı bir ihracat grafiği çizdiklerini vurgulayan Celaleddin Koçer, ”Jennifer Lopez (JLO) markalı ürünlerimizle başta ABD olmak üzere 8 ayrı ülkeye ihracat yapıyoruz” dedi.
İhracat yaptıkları ülkeler arasında ABD'nin yanı sıra İspanya, Bulgaristan, İtalya, Hollanda, Meksika, Japonya, Güney Kore bulunduğunu anlatan Celaleddin Koçer, Sentefil Tekstil'in 2006 yılı sonunda bayan iç giyim ihracatının 1 milyon adetin üzerine çıkacağını bildirdi.
Koçer, Gaziantep'te dünya markalarına üretim yapılmasının önemini vurgulayarak, şöyle dedi: 'Sanatçı Jennifer Lopez'in dünya kamuoyundaki bilinirliği satışlarımızı artırıcı yönde etki yapmaktadır. Bir dünya starı ve dünya markası olan Jennifer Lopez-JLO markası için marka şehir Gaziantep'te üretim yapıyor olmaktan mutluluk duyuyoruz ve ayrıca bir çok global markaya üretimlerimizi devam ettiriyoruz.”
iç çamaşırı Türkiye'den
Latin Amerika kökenli ünlü şarkıcı ve film yıldızı Jennifer Lopez'in “JLO” markası ile tüm dünyada satışa sunulan ürünlerinden dikişsiz iç giyim ürünleri Gaziantep'te üretiliyor.
Gaziantep'te faaliyet gösteren Sentefil Tekstil, JLO markalı dikişsiz iç giyim ürünlerinin Türkiye'de üretim hakkını aldı.
Sentefil Tekstil Genel Müdürü Celaleddin Koçer, Amerika merkezli Jennifer Lopez (JLO) markalı dikişsiz iç giyim ürünlerinin yüksek standartlar altında seri üretimine başladıklarını belirtti.
Koçer, şunları söyledi: “Yüksek standartlar, titizlik ve özen gerektiren iç giyim sektöründe dikişsiz ürünlerimizle çok kısa bir süre içinde dünya markaları ile çalışma fırsatı bulduk. Vermiş olduğumuz kaliteli servis ve ürünlerimizle birçok dünya markası firmalarla çalışma fırsatı yakaladık. Burada önemli olan unsur, ekip çalışması ile ortaya çıkarılan başarıya bağlıdır. Yapmış olduğumuz çok yoğun AR-GE ve inovasyon çalışmaları ile rakiplerimizin her zaman bir adım önünde olmayı başarıyoruz. Türkiye'de bizden başka JLO iç giyim ürünlerini üreten firma yok.”
Başarılı bir ihracat grafiği çizdiklerini vurgulayan Celaleddin Koçer, ”Jennifer Lopez (JLO) markalı ürünlerimizle başta ABD olmak üzere 8 ayrı ülkeye ihracat yapıyoruz” dedi.
İhracat yaptıkları ülkeler arasında ABD'nin yanı sıra İspanya, Bulgaristan, İtalya, Hollanda, Meksika, Japonya, Güney Kore bulunduğunu anlatan Celaleddin Koçer, Sentefil Tekstil'in 2006 yılı sonunda bayan iç giyim ihracatının 1 milyon adetin üzerine çıkacağını bildirdi.
Koçer, Gaziantep'te dünya markalarına üretim yapılmasının önemini vurgulayarak, şöyle dedi: 'Sanatçı Jennifer Lopez'in dünya kamuoyundaki bilinirliği satışlarımızı artırıcı yönde etki yapmaktadır. Bir dünya starı ve dünya markası olan Jennifer Lopez-JLO markası için marka şehir Gaziantep'te üretim yapıyor olmaktan mutluluk duyuyoruz ve ayrıca bir çok global markaya üretimlerimizi devam ettiriyoruz.”
Milletvekili seçilme yaşı 25'e indirildi
Milletvekili seçilme yaşı 25'e indirildi.
TBMM Genel Kurulunda ele alınan anayasa değişikliği teklifinin tümü üzerinde yapılan gizli oylama sonucunda teklif, 19 ret oyuna karşılık, 413 oyla kabul edildi. Oylamada, 3 milletvekili çekimser kalırken, 5 oy geçersiz, 5 oy da boş çıktı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, anayasa değişikliği için oy kullanırken, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu ve DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar Genel Kurulda bulunmadı.
Oylamanın ardından TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, 17 Ekim Salı günü saat 15.00 toplanmak üzere birleşimi kapattı.
TBMM Genel Kurulunda ele alınan anayasa değişikliği teklifinin tümü üzerinde yapılan gizli oylama sonucunda teklif, 19 ret oyuna karşılık, 413 oyla kabul edildi. Oylamada, 3 milletvekili çekimser kalırken, 5 oy geçersiz, 5 oy da boş çıktı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, anayasa değişikliği için oy kullanırken, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu ve DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar Genel Kurulda bulunmadı.
Oylamanın ardından TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, 17 Ekim Salı günü saat 15.00 toplanmak üzere birleşimi kapattı.
Hülya Avşar arabayı verdi
Hülya Avşar'ın Türkiye'nin nabzını tutuğu 'Hülya Avşar'la Sen Bilirsin' adlı programında geçtiğimiz gün bir izleyici otomobil kazandı.
atv'de her gün canlı olarak yayınlanan ve sunuculuğunu Hülya Avşar'ın üstlendiği 'Hülya Avşar'la Sen Bilirsin'de ilk büyük ödül sahibini buldu. İzleyicilere plazma televizyon ve cep telefonu gibi hediyeler dağıtan programa çarşamba günü katılan bir izleyici, 'Peugeot 107' marka otomobili kazandı. Başka bir izleyici de 1 milyon YTL'lik ödülü kazanmaya çok yaklaştı. Para ödülünün yer aldığı üç numaradan birini doğru tahmin eden izleyici, diğer iki numarayı bilemeyince başarısız oldu. Çeşitli konularda referendum yapılarak Türkiye'nin nabzının tutulduğu programda Avşar'ın özel hayatı da ele alındı. Hayranlarının Avşar hakkında en çok merak ettikleri konuların başında eski eşi Kaya Çilingiroğlu'dan tüp bebek yapıp yapmayacağı geliyordu. Bunun üzerine ünlü sanatçı, 'Eski eşten çocuk yapılır mı?' konusunu referanduma taşıdı. Referanduma katılanların yüzde 82'si olumsuz cevap verdi.
atv'de her gün canlı olarak yayınlanan ve sunuculuğunu Hülya Avşar'ın üstlendiği 'Hülya Avşar'la Sen Bilirsin'de ilk büyük ödül sahibini buldu. İzleyicilere plazma televizyon ve cep telefonu gibi hediyeler dağıtan programa çarşamba günü katılan bir izleyici, 'Peugeot 107' marka otomobili kazandı. Başka bir izleyici de 1 milyon YTL'lik ödülü kazanmaya çok yaklaştı. Para ödülünün yer aldığı üç numaradan birini doğru tahmin eden izleyici, diğer iki numarayı bilemeyince başarısız oldu. Çeşitli konularda referendum yapılarak Türkiye'nin nabzının tutulduğu programda Avşar'ın özel hayatı da ele alındı. Hayranlarının Avşar hakkında en çok merak ettikleri konuların başında eski eşi Kaya Çilingiroğlu'dan tüp bebek yapıp yapmayacağı geliyordu. Bunun üzerine ünlü sanatçı, 'Eski eşten çocuk yapılır mı?' konusunu referanduma taşıdı. Referanduma katılanların yüzde 82'si olumsuz cevap verdi.
Fransa'ya öfke!
Fransa Parlamentosu'nun sözde Ermeni soykırımını reddedenlerin cezalandırılmasına ilişkin teklifi kabul etmesi iş dünyasında sert tepkilere neden oldu. Birçok oda, üyelerini ve vatandaşları Fransız mallarını boykota çağırırken bayrak yakma ve aşırı tepkilerden uzak durulması uyarısı yaptı. İşte ticaret ve sanayi odaları ile derneklerden gelen tepkilerin bazıları:.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu:
'Biz değil onlar kaybeder'
Nihai karar değil, Senato'dan geçmesi ve Cumhurbaşkanı'nın onaylanması gerek. Bizim yapmış olduğumuz temaslarda bunun Senato'nun gündemine gelmeyeceği noktasında herkesin açık beyanı oldu. Zaten aydınlığın sonu da karanlık. Karanlığa doğru tekrar dönüşü başlar. Biz kaybetmeyiz onlar kaybeder. Kamu ihalelerinde gerek nükleer santral ve savunma ihalelerinde gerek toplu taşımayla ilgili yapılacak işlerde kamu kendi rolünü daha iyi oynasaydı, bu yasa Fransa'nın menfaatine olmadığı ve dünyaarenasında kendi geleceğini kararttığı görebilirdi. Türkiye'nin gelecek dönemdeki ihalelerde Fransız firmaları -ki bu firmaların çoğunluğu kamu firmasıdır- bunların nükleer santralle ilgilenen firmalar gibi bir çok firmaların hepsi kamu ağırlıklı. Bunları da düşünmek, düşünmemek gayet doğal. Tekrar söylüyorum biz değil onlar kaybeder.
TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı:
Fransa büyük hata yaptı
FRANSA Parlamentosu tasarıyı kabul ederek, Avrupalılık ruhuna son derece aykırı, üye ve aday ülkelerden gerçekleştirmesi beklenen demokratikleşme taleplerine tamamen zıt biradım attı. Fransa-Türkiye ilişkilerinde güçlüklere kapı açacak çok büyük bir hata yapıldı. Bugün, Fransa'ya verilecek en doğru yanıt, AB ile üyelik müzakereleri yürüten bir ülkeye yakışacak şekilde, siyasi reformlara hız vererek, rotamızdan sapmadan ilerlemek olacak.
Başkanı Murat Yalçıntaş:
Talihsiz bir sonuç İTO
TALİHSİZ bir sonuç. Türk iş dünyasının Fransız ürünlerini boykot etmesi akılcı bir yaklaşım değil. Önümüzdeki günlerde Türkiye'deki tüm Fransız şirketler ve eğitim kurumlarıyla toplantı yapacağız. Türkiye'nin tavrını kendilerineanlatacağız. Umarız Hükümette bu konuda üzerine düşeni yapar. Yasa, hem Türkiye- Fransa, hem de Türkiye-AB arasındaki ilişkileri zedeleyecek. Bu iş tarihçilere bırakılmalıydı. Türkiye büyük bir devlettir. Bize yakışan tepkileri vermeliyiz.
ASO Başkanı Zafer Çağlayan:
İhalelere almayalım
PARLAMENTONUN önünde Türkçe ve Fransızca olarak 'Ermeni soykırımı yoktur' diyerek sembolik tepkimizi ortaya koyduk. Türkiye'de 277 Fransız sermayeli firma var, bunlar 2 milyar dolar sermaye getirdi. Bu Fransız şirketler artık bizim. Bu nedenle yollara yoğurtlardöküp, kravat, mendil yakmak bizi küçültür. Yapılacak şey hükümetin öncelikle Fransızlar'a vize uygulamasını başlatmak ve başta enerji olmak üzere ihalelere Fransızları almamak.
Tüketiciler Birliği Başkanı Bülent Deniz:
Her hafta bir mala boykot
HER hafta bir Fransız markasını kamuoyuna ilan edeceğiz ve boykot listesinin sayısını bu şekilde artırarak çoğaltacağız. Ancak boykot iki ucu keskin bir kılıç. Bir taraftan boykot ettiğimiz ülkeyi cezalandırırken diğer taraftan mal ve hizmetlerini ülkede satan yerli girişimciyede zarar verebiliriz. Bu kaygıları gözeterek ve ayrıca konuyu sürekli gündemde tutabilmek amacıyla her hafta bir Fransız markasını kamuoyuna ilan edeceğiz. İlk marka yarın (bugün)...
TESK Başkanı Derviş Günday:
Mallar raftan insin
'İNKÂR Yasası'nın Fransa Meclisi'nde kabul edilmesinin ardından Birlik ve Federasyonlara bir genelge gönderildi. Genelgede, "yanlış, haksız" sözleriyle nitelediği karara karşı esnaf ve sanatkarların tepki göstermesi gerektiğini vurgulandı. En önemlisi yasanın kabul edildiği gün 'Ermeni Soykırımı gerçektir' diyen birTürk yazara Nobel ödülü verilmesi. Hazırlanan genelgeyle Fransız malları raftan indirmesi çağrısı yapıldı.
Ziraatçılar Der. Başkanı İbrahim Yetkin
GB'den de çıkılmalı
TÜRKİYE en kısa zamanda Gümrük Birliği'nden (GB) ayrılması gerek. Türkiye, GB'ye katılmış olmaktan ötürü bugüne kadar uğradığı zarar, resmi rakamlara göre en az 70 milyar dolar. Türkiye işlenmiş tarım ürünlerinde ihracatçı ülke konumunda olmasına karşın, GB'nin yol açtığı dezavantajlar nedeniyle AB ile olan ticaretinde ithalatçı ülke durumunda. Böylece gereksizyere atılmış, en çok da Fransa'nın işine yarayan bir adım geri alınacak.
İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş:
166 odaya mektup
FRANSA'DAKİ 166 ticaret ve sanayi odası başkanına teklifin yasalaşması halinde iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin olumsuz etkileneceği yönünde mektup yazdık. Mektupta, tasarının siyasi ve ticari ilişkilere büyük zarar vereceği uyarısı yapıldı. Türkiye'nin AB'ye üye olmasıyla daha da gelişeceğine inanılan ekonomik ve ticari ilişkilerin önüne siyasi engellerin konması her iki ülkenin de çıkarlarına ters düşecek.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu:
'Biz değil onlar kaybeder'
Nihai karar değil, Senato'dan geçmesi ve Cumhurbaşkanı'nın onaylanması gerek. Bizim yapmış olduğumuz temaslarda bunun Senato'nun gündemine gelmeyeceği noktasında herkesin açık beyanı oldu. Zaten aydınlığın sonu da karanlık. Karanlığa doğru tekrar dönüşü başlar. Biz kaybetmeyiz onlar kaybeder. Kamu ihalelerinde gerek nükleer santral ve savunma ihalelerinde gerek toplu taşımayla ilgili yapılacak işlerde kamu kendi rolünü daha iyi oynasaydı, bu yasa Fransa'nın menfaatine olmadığı ve dünyaarenasında kendi geleceğini kararttığı görebilirdi. Türkiye'nin gelecek dönemdeki ihalelerde Fransız firmaları -ki bu firmaların çoğunluğu kamu firmasıdır- bunların nükleer santralle ilgilenen firmalar gibi bir çok firmaların hepsi kamu ağırlıklı. Bunları da düşünmek, düşünmemek gayet doğal. Tekrar söylüyorum biz değil onlar kaybeder.
TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı:
Fransa büyük hata yaptı
FRANSA Parlamentosu tasarıyı kabul ederek, Avrupalılık ruhuna son derece aykırı, üye ve aday ülkelerden gerçekleştirmesi beklenen demokratikleşme taleplerine tamamen zıt biradım attı. Fransa-Türkiye ilişkilerinde güçlüklere kapı açacak çok büyük bir hata yapıldı. Bugün, Fransa'ya verilecek en doğru yanıt, AB ile üyelik müzakereleri yürüten bir ülkeye yakışacak şekilde, siyasi reformlara hız vererek, rotamızdan sapmadan ilerlemek olacak.
Başkanı Murat Yalçıntaş:
Talihsiz bir sonuç İTO
TALİHSİZ bir sonuç. Türk iş dünyasının Fransız ürünlerini boykot etmesi akılcı bir yaklaşım değil. Önümüzdeki günlerde Türkiye'deki tüm Fransız şirketler ve eğitim kurumlarıyla toplantı yapacağız. Türkiye'nin tavrını kendilerineanlatacağız. Umarız Hükümette bu konuda üzerine düşeni yapar. Yasa, hem Türkiye- Fransa, hem de Türkiye-AB arasındaki ilişkileri zedeleyecek. Bu iş tarihçilere bırakılmalıydı. Türkiye büyük bir devlettir. Bize yakışan tepkileri vermeliyiz.
ASO Başkanı Zafer Çağlayan:
İhalelere almayalım
PARLAMENTONUN önünde Türkçe ve Fransızca olarak 'Ermeni soykırımı yoktur' diyerek sembolik tepkimizi ortaya koyduk. Türkiye'de 277 Fransız sermayeli firma var, bunlar 2 milyar dolar sermaye getirdi. Bu Fransız şirketler artık bizim. Bu nedenle yollara yoğurtlardöküp, kravat, mendil yakmak bizi küçültür. Yapılacak şey hükümetin öncelikle Fransızlar'a vize uygulamasını başlatmak ve başta enerji olmak üzere ihalelere Fransızları almamak.
Tüketiciler Birliği Başkanı Bülent Deniz:
Her hafta bir mala boykot
HER hafta bir Fransız markasını kamuoyuna ilan edeceğiz ve boykot listesinin sayısını bu şekilde artırarak çoğaltacağız. Ancak boykot iki ucu keskin bir kılıç. Bir taraftan boykot ettiğimiz ülkeyi cezalandırırken diğer taraftan mal ve hizmetlerini ülkede satan yerli girişimciyede zarar verebiliriz. Bu kaygıları gözeterek ve ayrıca konuyu sürekli gündemde tutabilmek amacıyla her hafta bir Fransız markasını kamuoyuna ilan edeceğiz. İlk marka yarın (bugün)...
TESK Başkanı Derviş Günday:
Mallar raftan insin
'İNKÂR Yasası'nın Fransa Meclisi'nde kabul edilmesinin ardından Birlik ve Federasyonlara bir genelge gönderildi. Genelgede, "yanlış, haksız" sözleriyle nitelediği karara karşı esnaf ve sanatkarların tepki göstermesi gerektiğini vurgulandı. En önemlisi yasanın kabul edildiği gün 'Ermeni Soykırımı gerçektir' diyen birTürk yazara Nobel ödülü verilmesi. Hazırlanan genelgeyle Fransız malları raftan indirmesi çağrısı yapıldı.
Ziraatçılar Der. Başkanı İbrahim Yetkin
GB'den de çıkılmalı
TÜRKİYE en kısa zamanda Gümrük Birliği'nden (GB) ayrılması gerek. Türkiye, GB'ye katılmış olmaktan ötürü bugüne kadar uğradığı zarar, resmi rakamlara göre en az 70 milyar dolar. Türkiye işlenmiş tarım ürünlerinde ihracatçı ülke konumunda olmasına karşın, GB'nin yol açtığı dezavantajlar nedeniyle AB ile olan ticaretinde ithalatçı ülke durumunda. Böylece gereksizyere atılmış, en çok da Fransa'nın işine yarayan bir adım geri alınacak.
İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş:
166 odaya mektup
FRANSA'DAKİ 166 ticaret ve sanayi odası başkanına teklifin yasalaşması halinde iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin olumsuz etkileneceği yönünde mektup yazdık. Mektupta, tasarının siyasi ve ticari ilişkilere büyük zarar vereceği uyarısı yapıldı. Türkiye'nin AB'ye üye olmasıyla daha da gelişeceğine inanılan ekonomik ve ticari ilişkilerin önüne siyasi engellerin konması her iki ülkenin de çıkarlarına ters düşecek.
Thursday, October 05, 2006
Almanya'da gurbetçileri hangi film kızdırdı.
Almanya’da yaşayan yönetmen Züli Aladağ’ın Wut (Öfke) adlı televizyon filmi, yabancı düşmanlığını körüklediği gerekçesiyle eleştirilere hedef oldu. Filmin yol açtığı tartışmalar nedeniyle, Alman ARD kanalı, Öfke’nin yayın tarihi ve saatini değiştirdi.
Filmin yönetemi Züli Aladağ ise suçlamaları reddetti. Öfke, artık çocukluktan çıkmaya başlayan Berlinli Türk gençlerin çakı-parmak oyunuyla açılıyor. Sol el masanın üzerine konduktan sonra sağ eldeki çakı, hızla sol elin parmaklarının arasına batırılıyor. Çakıyı eline batıran hem iddiayı hem de 25 Euro’yu kaybediyor. O öfkeli gençlerden birini de uyuşturucu satan, hırsızlık yapan, önüne geleni döven Can isimli Türk genci canlandırıyor. Filmde problemli Türk genci Can’ın şiddetine maruz kalanlardan biri de varlıklı bir Alman ailesinin oğlu Felix. Felix, Can’ın zıt karakteri. Çello dersleri alıyor. Schubert seviyor. Babasıyla birlikte vakit geçiriyor. Can kendi sahip olmadığı şeylere sahip olan Felix’e öfke duyuyor. Felix’in liberal bir profesör olan babası Simon, oğlunun sürekli dövüldüğünü fark edince, önce Can ile iletişim kurmaya çalışıyor. Ancak bu girişimi ters tepince, Simon’un da yabancılara bakışı, tıpkı oğlu Felix’inki gibi değişiyor. "Baba, neden bunları ülkemize soktunuz ?" diye soruyor babasına Felix. Simon ise "Onları biz getirdik, şimdi köklerinden koptular. Nereye ait olduklarını bilmiyorlar" diye cevap veriyor. Ve de filme yönelik eleştiriler tam da bu noktada odaklanıyor.
FİLMDEN SONRA TÜRKLER TARTIŞILDI
ARD’de filmin yayını bittikten sonra 1 saat süreyle davet edilen konular Türkler’in durumunu tartıştı. Öfke filmi ile "kötü bir Türk imajı yaratmakla suçlanan Can’ı canlandıran oyuncu 19 yaşındaki Oktay Özdemir, filmin bu yönüyle yabancılara karşı olan önyargıları körükleyebileceğini, Almanların filmdeki Türkler’i görünce, bütün Türkler’in böyle olduğunu düşünebileceğini söyledi. Filminin yabancılara yönelik önyargıları körüklediği eleştirisine karşı çıkan yönetmen Züli Aladağ, "Bu Almanya’da yaşayan 2.6 milyon Türk üzerine bir film değil. Büyük şehirlerde gençlerin problemlerini tanıyanlar bu problemleri biliyor. Yabancı karşıtları bunu zaten yabancılara karşı kullanıyor" dedi. Züli Aladağ, "Televizyon kanallarında radikal konulardan bir korku var. Ama bence bu risk degil, televizyonun radikal olması gerekiyor" diye devam etti.
Filmin yönetemi Züli Aladağ ise suçlamaları reddetti. Öfke, artık çocukluktan çıkmaya başlayan Berlinli Türk gençlerin çakı-parmak oyunuyla açılıyor. Sol el masanın üzerine konduktan sonra sağ eldeki çakı, hızla sol elin parmaklarının arasına batırılıyor. Çakıyı eline batıran hem iddiayı hem de 25 Euro’yu kaybediyor. O öfkeli gençlerden birini de uyuşturucu satan, hırsızlık yapan, önüne geleni döven Can isimli Türk genci canlandırıyor. Filmde problemli Türk genci Can’ın şiddetine maruz kalanlardan biri de varlıklı bir Alman ailesinin oğlu Felix. Felix, Can’ın zıt karakteri. Çello dersleri alıyor. Schubert seviyor. Babasıyla birlikte vakit geçiriyor. Can kendi sahip olmadığı şeylere sahip olan Felix’e öfke duyuyor. Felix’in liberal bir profesör olan babası Simon, oğlunun sürekli dövüldüğünü fark edince, önce Can ile iletişim kurmaya çalışıyor. Ancak bu girişimi ters tepince, Simon’un da yabancılara bakışı, tıpkı oğlu Felix’inki gibi değişiyor. "Baba, neden bunları ülkemize soktunuz ?" diye soruyor babasına Felix. Simon ise "Onları biz getirdik, şimdi köklerinden koptular. Nereye ait olduklarını bilmiyorlar" diye cevap veriyor. Ve de filme yönelik eleştiriler tam da bu noktada odaklanıyor.
FİLMDEN SONRA TÜRKLER TARTIŞILDI
ARD’de filmin yayını bittikten sonra 1 saat süreyle davet edilen konular Türkler’in durumunu tartıştı. Öfke filmi ile "kötü bir Türk imajı yaratmakla suçlanan Can’ı canlandıran oyuncu 19 yaşındaki Oktay Özdemir, filmin bu yönüyle yabancılara karşı olan önyargıları körükleyebileceğini, Almanların filmdeki Türkler’i görünce, bütün Türkler’in böyle olduğunu düşünebileceğini söyledi. Filminin yabancılara yönelik önyargıları körüklediği eleştirisine karşı çıkan yönetmen Züli Aladağ, "Bu Almanya’da yaşayan 2.6 milyon Türk üzerine bir film değil. Büyük şehirlerde gençlerin problemlerini tanıyanlar bu problemleri biliyor. Yabancı karşıtları bunu zaten yabancılara karşı kullanıyor" dedi. Züli Aladağ, "Televizyon kanallarında radikal konulardan bir korku var. Ama bence bu risk degil, televizyonun radikal olması gerekiyor" diye devam etti.
Alex 'out' Rafael 'in'
Brezilya basını, Fenerbahçe'nin yıldızı Alex De Souza'nın notunu kırdı, Vestel Manisaspor'un Sambacısı Rafael Marquez'in notunu ise yükseltti. Brezilya'nın spor gazeteleri, Turkiye'de forma giyen futbolculara verdiği puan sıralamasında son 3 haftadır en yüksek puanı Vestel Manisaspor'da top koşturan Rafael Marquez'e verdi.
Globoesporte ve Futebul Interior gazetelerinin yaptığı puanlamada Rafeal Marquez son Sakaryaspor maçında ortaya koyduğu performans ile 10 uzerinden 9 puan alırken, Fenerbahçeli Alex, Bursaspor maçındaki performansıyla sadece 6 puan alabildi. Bu iki futbolcunun son üç haftalık puan toplamında ise Rafael 27'ye 22 önde bulunuyor.
Brezilya gazeteleri her iki futbolcunun da Turkiye Süper Ligi'nde 6 gol ile gol krallığında iddalı olduğunun altını çizerek Alex'in ligde süperstar muamelesi görmesine rağmen aynı şeyleri Rafael için söylemenin imkansız olduğunu belirtti. Rafael Marquez'in 4 maçta attığı 6 golün Vestel Manisaspor'u lider yapmakta onemli bir rol oynadığına da işaret eden Globoesport Gazetesi, daha önce Limeira, Ponte Preta ve Palmeiras kulüplerinde forma giyen Rafael'in Turkiye Süper Ligi'nin yeni süper yıldızı olma yolunda olduğunu yazdı.
Gazete, "Alex'in yanında Lugano, Fábio Luciano, Edu Dracena, Marco Antônio, Deivid ve Teknik Direktor Zico gibi yıldızlar vardı. Ama aynı şeyleri maalesef Rafae için söyleyemiyoruz" ifadelerine yer verdi.
Globoesporte ve Futebul Interior gazetelerinin yaptığı puanlamada Rafeal Marquez son Sakaryaspor maçında ortaya koyduğu performans ile 10 uzerinden 9 puan alırken, Fenerbahçeli Alex, Bursaspor maçındaki performansıyla sadece 6 puan alabildi. Bu iki futbolcunun son üç haftalık puan toplamında ise Rafael 27'ye 22 önde bulunuyor.
Brezilya gazeteleri her iki futbolcunun da Turkiye Süper Ligi'nde 6 gol ile gol krallığında iddalı olduğunun altını çizerek Alex'in ligde süperstar muamelesi görmesine rağmen aynı şeyleri Rafael için söylemenin imkansız olduğunu belirtti. Rafael Marquez'in 4 maçta attığı 6 golün Vestel Manisaspor'u lider yapmakta onemli bir rol oynadığına da işaret eden Globoesport Gazetesi, daha önce Limeira, Ponte Preta ve Palmeiras kulüplerinde forma giyen Rafael'in Turkiye Süper Ligi'nin yeni süper yıldızı olma yolunda olduğunu yazdı.
Gazete, "Alex'in yanında Lugano, Fábio Luciano, Edu Dracena, Marco Antônio, Deivid ve Teknik Direktor Zico gibi yıldızlar vardı. Ama aynı şeyleri maalesef Rafae için söyleyemiyoruz" ifadelerine yer verdi.
Gaflar oy oranını düşürdü
Ananı da al git gafı pahalıya patladı
32. Gün için SONAR tarafından yapılan araştırmada, Başbakan’ın gafları ve konuşma üslubu AKP oylarını toplam 19.62 oranında düşürdü. Halkın yüzde 56.6’sı Erdoğan’ın "tavrının fazlasıyla sert" olduğunu düşünüyor. SONAR Araştırma Şirketi’nin 32. Gün için hazırladığı "Başbakan’ın Tavırlarının Etkileri ve İzlenimleri Araştırması" sonuçlandı. Dün akşam 32. Gün’de Perihan Mağden, Nazlı Iıcak, Ahmet Hakan ve SONAR’dan araştırmacı Hakan Bayrakçı tarafından değerlendirilen araştırmaya göre Başbakan’ın "askerlik yan gelip yatma yeri değildir" demesi AKP’ye yüzde 9,75; "Ananı da al git" demesi ise yüzde 3,82 oy kaybettirdi. Başbakan’ın sadece son zamandaki gafları ve konuşma üslubu ise AKP oylarını toplam 19,62 oranında düşürdü. Halkın yüzde 56,6’sı da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın "tavrının fazlasıyla sert" olduğunu düşünüyor. Araştırmada "AKP’nin oy kaybettiğini düşünüyorsanız sizce bunun nedeni nedir?" sorusuna katılımcıların yüzde 17,70’i işsizlik ve ekonominin gidişini, yüzde 14,18’i hükümetin 4 yıllık icraatlarını, yüzde 4,12’si hükümetin vaatlerini tutmamasını neden gösterdi. "4 yıl önce göreve geldiği zaman Başbakan hakkındaki düşünceleriniz ile 4 yıl sonra şimdilerdeki düşüncelerinizde farklılık oldu mu?" sorusuna katılımcıların yüzde 22,1’i "eskiden beğeniyordum, artık beğenmiyorum" diye cevap verdi. Başbakan’ı "eskiden beğenmeyen ancak artık beğenenlerin" oranı ise yüzde 2,4’te kaldı.
32. Gün için SONAR tarafından yapılan araştırmada, Başbakan’ın gafları ve konuşma üslubu AKP oylarını toplam 19.62 oranında düşürdü. Halkın yüzde 56.6’sı Erdoğan’ın "tavrının fazlasıyla sert" olduğunu düşünüyor. SONAR Araştırma Şirketi’nin 32. Gün için hazırladığı "Başbakan’ın Tavırlarının Etkileri ve İzlenimleri Araştırması" sonuçlandı. Dün akşam 32. Gün’de Perihan Mağden, Nazlı Iıcak, Ahmet Hakan ve SONAR’dan araştırmacı Hakan Bayrakçı tarafından değerlendirilen araştırmaya göre Başbakan’ın "askerlik yan gelip yatma yeri değildir" demesi AKP’ye yüzde 9,75; "Ananı da al git" demesi ise yüzde 3,82 oy kaybettirdi. Başbakan’ın sadece son zamandaki gafları ve konuşma üslubu ise AKP oylarını toplam 19,62 oranında düşürdü. Halkın yüzde 56,6’sı da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın "tavrının fazlasıyla sert" olduğunu düşünüyor. Araştırmada "AKP’nin oy kaybettiğini düşünüyorsanız sizce bunun nedeni nedir?" sorusuna katılımcıların yüzde 17,70’i işsizlik ve ekonominin gidişini, yüzde 14,18’i hükümetin 4 yıllık icraatlarını, yüzde 4,12’si hükümetin vaatlerini tutmamasını neden gösterdi. "4 yıl önce göreve geldiği zaman Başbakan hakkındaki düşünceleriniz ile 4 yıl sonra şimdilerdeki düşüncelerinizde farklılık oldu mu?" sorusuna katılımcıların yüzde 22,1’i "eskiden beğeniyordum, artık beğenmiyorum" diye cevap verdi. Başbakan’ı "eskiden beğenmeyen ancak artık beğenenlerin" oranı ise yüzde 2,4’te kaldı.
Subscribe to:
Posts (Atom)